Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

HSYK'nın 'aykırı' tarihi

HSYK üyelerinin istifası Türkiye'de başlı başına bir olaydır. Bir süre sonra bu dönemin tarihini yazacak olanlar, yürütmeyle yargı arasındaki bu gerilimi mutlaka tahlil edecektir. 2010'lu yılların en önemli olayı olarak da bu zıtlaşma üstünde durulacaktır.
Müstafilerin neler düşünerek görevden çekildiği uzun boylu irdelemeyi hem gerektirir hem gerektirmez. Gerektirmez çünkü bir mücadele ve zaten epey bir süredir devam ediyor. Referanduma gidilmesinin altında yatan en önemli nedenlerden birisi söz konusu çatışma. Hele referandum sonrasında aynı kişilerin ekranlara çıkıp ortadaki sonucu görmezden gelen, daha da önemlisi yok sayan açıklamalar yapması kabul edilir bir şey değildir ama bir o kadar da i'lerin noktasını koyan bir tavır yani tepkidir. Şimdi aynı kişilerin görevden çekilmesinde, böyle bakınca, şaşacak bir şey görmüyor, bulmuyor, insan.
Şimdi gelelim işin irdelenmesi gereken yanına ve onu da bir soruyla başlatalım: neden böyle bir mücadele hâkim oldu Türk siyasal ve toplumsal hayatına? Bu sorunun yanıtını ben gene Türk modernleşmesi kavramına giderek vereyim.
Modernleşme, onu aşağıdan yukarıya doğru gelişen toplumsal dalgalanmalar, sınıfsal dönüşümler, ekonomik değişimler halinde yaşayan toplumlarda bile dönüp, dolaşıp, gelip bir yönetici elitin hâkimiyetine dayandı. Bu elit hızlı modernleşmeyi gerçekleştirmek için demokrasinin anayurdu sayılan Avrupa'da bile faşizmlerle noktalandı. Fransa'yı, Almanya'yı, İtalya'yı, İspanya'yı, Portekiz'i, Yunanistan'ı, Uzakdoğu'da Japonya'yı saran, sarsan, birbirinden farklı faşizmlerin tamamı hızlı ve kütlesel bir modernleşme yaratma amacına dönüktü. Özlerinde barındırdıkları ana gerçek ise halka rağmen halk için mantığıydı. Dolayısıyla bürokrasiler, yönetici seçkin sınıf mensupları toplumun üstündeydi, topluma hâkimdi.
Türkiye, kimse kendisini kandırmasın, aynı düzenden geçti. Nüvesi daha eski dönemlerde mevcut olan bu model 1931'den itibaren diğer Avrupa devletleriyle tıpatıp örtüşecek bir anlayışla yerleştirildi. Recep Peker "kişisel hak ve özgürlükleri devlet otoritesinin sınırı içine alıyoruz" diyordu. "Bununla devlet toplum kaynaşmasının en güzel örneğini veriyoruz" diyordu. Sadece bu kadarını bilmek bile yeter. Bu model bizim modernleşmemizin "asr-ı saadet" anlayışını oluşturur. Anlayışın özü bir yerlerde militarizmle buluşur. Ama şunu söyleyelim ki, militarizmin bürokrasiyle bu derecedeki koyu ve katı ittifakı 1960 darbesinden sonra başlamıştır ve kimsenin şeki şüphesi olmasın, bunu bizzat aydınlar davet etmiştir. Bütün o Yön hareketi ve o dönemin sol kanatları bu denklemi güçlendirmek, önce orduyu sonra bürokrasiyi öne itmek için ellerinden geleni yapmıştır.
12 Eylül bu işe koyulan son noktaydı. 12 Eylül'ün hasreti 1930'lardı. 1982 Anayasası bu mantıkla hazırlandı ve istendi ki, ordu-bürokrasi-yönetici elit ittifakı toplumu baştan başa bir kere daha şekillendirsin. Fakat o arada bir yol kazası gerçekleşti bu kesim için ve dünyada ansızın denebilecek bir hızla patlayan neo-liberal, yeni sağ politikalar, onlarla bütünleşmiş ekonomik modeller Türkiye'de de fetişleştirilmiş devleti, devlet tabusunu ve onun militer-bürokratik yapısını önemli ölçüde hasara uğrattı. Başına buyruk, söz dinlemeyen yeni sınıfların ayak sesleri duyulmaya başlamıştı.
28 Şubat bir kere daha bu kanadın kendisini cilalama, parlatma, güçlendirme girişimidir. Gelin görün ki, 12 Eylül'ü sarsan hareket daha büyük bir güçle yoluna devam ediyordu ve (bütün vahim yanlışlarıyla birlikte) 1983'ün uzantısı olarak görülmesi gereken Refah- Yol hükümetine karşı geliştirilen 28 Şubat bu defa da 2002'de akamete uğradı. O kanadın cevabı Ergenekon girişimleridir. Sarıkız, Ayışığı, Yakamoz darbe planlarıdır. Şimdi lime lime olan, deşifre edilen diğer darbe arayışlarıdır.
Ama kervan bir defa yola dizilmişti ve 2007 girişimine rağmen bugünkü noktaya gelindi. Yani bürokratik-militer-seçkinci yönetim şimdi bir kavşakta bulunuyor. Ya şu anlattığım gerçeği kabul edecek ve bürokrasinin hukuk sınırları içine alınmasına kabul gösterecek ya da diklenecek, direnecek ve hukukun ve siyasetin bürokratik kontrol altında kalmasına çalışacak, bu yönde son kozunu oynayacak, gerekli gördüğü hamleleri yapacak. "Mücadelemizi sürdüreceğiz" sözünün anatomisi budur. HSYK "gerçeği" buralarda bir yerde aranmalıdır. Bilenler, bilmeyenlere anlatsın!

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA