Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Televizyonlar ne yapmaya çalışıyor?

Yakın Türkiye'nin tarihi biraz da televizyonun tarihidir. 1960'ların sonunda siyah beyaz bir ekranın karşısına, sokaklarda, karda ayazda, nasıl insanların toplandığını ben şu gözlerimle gördüm. Sonra renkli televizyon geldi, sonra çok kanallı televizyon geldi. Şimdi bu aygıt artık kimseye yetmiyor. Bugün interneti kullanıyoruz haberleşmek ve etkileşmek için.

***

Televizyonun tarihi aynı zamanda toplum-devlet çatışmasının da tarihidir. Tek kanallı TRT televizyonu İstiklal Marşı'yla açılıp onunla kapanırdı ama daha fazlası vardı. "Cihazınızı kapatmayı unutmayın" uyarısından önce ekrandan yayılan mavimsi saydam ışık Anıt Kabir'de bayrak töreni gerçekleştiren askerlerin görüntüsünü, tepeden sallanan bir ampulle aydınlatılan, sobalı odalara yayardı. O televizyon "kontrol" ve disiplin demekti. Sansür demekti. Hiç öyle görünmese de Türkiye Stalin Rusya'sına, Mao Çin'ine benzeyen, militarist, totaliter bir ülkeydi.
Gene de onca kısıtlamaya rağmen o programlardan insanlar çok şey öğrendi. O çöl ortamında o kadarı bile yetiyordu. Derken 1990'ların ve 2000'lerin yayını geldi. Bu defa, tam tersine, programlar ve kanallar özgürlüğün alanı oldu. Her kanal yaptığı başka bir programla Soğuk Savaş'ın Demir Perde ülkelerinin aynısı olan Türkiye'de devletin ne kadar güçlü, tek yanlı, mütehakkim olduğunu anlatıyordu.
Televizyonlar belki genel kültürümüzün çok kısıtlı olması nedeniyle bireyin gelişmesine yeteri kadar katkı sağlayamadı ama hiç değilse belli referans gruplarının gelişmesine, kendilerini ifade etmesine olanak verdi. 32. Gün, Siyaset Meydanı, Ateş Hattı, Kırmızı Koltuk gibi programlar ezberlenmiş ve önceden (a priori) kabullenilmiş (oksimoronik bir terimle söyleyeyim) "standart bilginin" kırılmasına büyük bir fırsat yarattı.
***

Sonra bugüne eriştik ve televizyon belirttiğim niteliğini kaybetti.
O dönemde bir toplumsal alan, bir agora, bir forum olan televizyonlar değişti. Son zamanda televizyon yönetimleri, arada niteliklileri bulunsa da, hazırlanan tartışma programlarının ortak bir aklı bulunmasını, özneler arasında etkileşim yaratmasını, diyalojik bir süreç başlatmasını istemedi. Tersine, o tartışma programlarında kimse kimsenin sözünü dinlemedi. O programlar sözün işlevini yitirdiği mecralar oldu. Değil diyalojinin oluşması, o programlarda tek bir fikir dile getirilemedi. Kanallar, program yöneticileri birbiriyle kapışacak gladyatörleri arıyordu.
***

Bu özelliği televizyonculuğun kısmen sürüyor. Eskisi kadar şiddetli olmasa da sürüyor. İki ürkütücü nedeni olduğu kanısındayım bu "durumun."
Birincisi, bilgi internete kayınca televizyonlar kendilerini sadece görselliğin birer araç ve ortamı haline getirdiler. Yani eğlence aracına dönüştürdüler kendilerini. En ciddi konu bile bir eğlence vesilesi edildi. Bu, ezeli derdimiz popülizmin ayağımıza ve boynumuza vurduğu son prangadır. İkincisi, ekran bir eğlence alanı haline gelince ve kendisini bilgiden soyutlayınca siyaset parodileşti. Kendi gerçeğinden ve toplumsal dönüştürücü özünden soyutlanmış, tiyatrosal bir siyasete gelip dayandık. O zaman da toplumsal bir alan olduğunda diyalog ve tolerans üreten ekran bu defa ayrışmanın, küskünlüğün aracı haline geldi. Daha kötüsü olamazdı.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA