Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ÖNERİ-YORUM ŞEREF OĞUZ

İhtiyatlı iyimserlik yetmez mi?

Krize girme sürecinde Batı, önümüzden gitmişti. Amerika'da İngiltere ve Avrupa'da bankalar, sigorta şirketleri patır patır dökülürken, bizlerin ruh hali şuydu; ihtiyatlı kötümserlik!
150 yıllık şirketler batarken kötümser olmamak mümkün değildi ama ihtiyat payını hep saklı tuttuk.
Krizin göbeğinde dahi bu ihtiyat; dilimizi kazla kötümser olmaktan beri tutmuş ve "teğet" duygusu hâkim olmuştu.
Pek çok şirket zora düşmüş hatta bazıları batmış ama yıkım, asla Batı'daki boyutlara varmamıştı.
Dünya Bankası, krizden çıkış sinyallerini vermeye başlayınca, Obama ve diğer dünya liderleri, beklentiyi yönetmek adına, "ihtiyat" çağrısı yapınca, ortamın psikolojisi "ihtiyatlı iyimserlik" rengine bürünmüştü.
Batı'dan daha yumuşak yaşadığımız krizin, batık Batılı şirketlerde yaşanan şiddete kurban verdiği alan, istihdam oldu.
Sıkıyı gören firmalarımız, fırtına çıkmasına gerek kalmadan, çalışanlarını evlerine postaladı. Resmi ama gayri ciddi verilere göre 3 milyon 750 bin, gayri resmi ama daha ciddi verilere göre de 6 milyon civarındaki insanı, "ekonomik alanın" dışına çıkarıverdik.
Yetmedi; işini kaybetmemiş olanların kredi kartlarının limitlerini de son kuruşuna kadar harcamaları için "gaz verme kampanyaları" düzenledik. Öyle kaya gibi evde oturmayın, çıkın alışveriş yapın ki stoka üretim yapanlarımız gülsün dedik.
Malını veya hizmetini satmak için STK'ları ve medyayı gaza getirenlerimiz, kendileri de bir başkasının müşterisi olduklarını hatırlamayınca, ekonomi kıpırdamadı ve üzerimizdeki ölü toprağını silkeleyemedik.
Baharla birlikte beklenen iyileşme, sanki "bir başka bahara" bırakılmak istercesine, herkes "cesur adımı" bir diğerinden bekler hale geldi.
TOBB gibi büyük kitlelerin STK'ları, kredibilite barutunu "üye arkadaşların stoklarını temizleme" için kullandığından, ilk adımı onlardan bekleyemiyoruz.
TÜSİAD ise ajandasını IMF'nin ekseninde eskittiğinden "iyimserliğimizin" ihtiyat el frenini indiremiyor.
MÜSİAD ve diğerleri de zaten "rol büyütme" odaklarıyla konu dışında kalıverdi.
Fakat ekonomideki yeni dönemin "başlama vuruşu" ortada kaldı.
Peki, bir ekonominin artık durgunluktan canlanmaya geçtiğini nasıl anlayacağız?
Şükür ki (ama mutlu bir geçmiş değil) bu tecrübeye sahibiz. 1980'den bu yana 8 kriz yaşamış bir ülke olarak biliyoruz ki işlerin açılmasının işareti, istihdamdan geliyor.
İşyerleri yeni işçi almaya başladığında, canlanmanın "inandırıcı" başlama vuruşunu yaşayabiliyoruz.
Fakat referansını "kötüden alan" ihtiyatçılarımız, Batı'nın hâlâ işçi çıkaran örneklerini referans veriyor. Misal dün Alman devi Siemens'in 4 bin 400 işçiyi atacağı haberi, kovduğu adamı geri çağıracakları vazgeçirmeye yetebiliyor.
Dün İSO Başkanı Tanıl Küçük, Çanakkale'nin yıldönümüne atıfla; "iş dünyası olarak ekonomide de Çanakkale ruhunu referans alıyor ve önceki krizlerde olduğu gibi mücadeleyi asla bırakmıyoruz" diyordu.
Çanakkale yalnızca şehitlerin öyküsü değil ki...
Sağ kalan gazilerimizin öyküsü nerede?
Son krizin elsiz ayaksız kurbanları olan işsizleri geri çağırmak, Çanakkale ruhunu ekonomide şahlandırmanın bir yolu olamaz mı?
Şirketlerde işlerin açılması yönünde belirginleşen bir istek var. Bunu iş anketleri de ortaya koyuyor.
Ancak sorun, fazlaca yüklenilen el freninde.
Durgunluktan bıkmış girişimcilerin gerili bir yay gibi durduğu öykülere ve konuşmalara muhatap oluyoruz.
Gazete sayfaları, şirketlerin yakın gelecek planlarını öyle pozitif anlatıyor ki krizin "başkalarının öyküsü" olduğunu sanıyorsunuz.
Fakat iki temel sorun hâlâ gündemin başına çöreklenmiş durumda. 1- Bankalar ancak çok sağlam müşterilere kredi veriyor ve diğerlerini dışlıyor. 2- Dışlananlar da dahil şirketler, istihdamı genişletmemek için inat ediyor.
Merak ettiğim; kriz bitti düdüğünü kim, ne zaman çalacak?

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA