Türkiye'nin en iyi haber sitesi
REFİK ERDURAN

Şimşeğin hayrı

Ecdadımızın edebiyatını cehaletimizin çöp sepetine attık çoktan. Ama hayal meyal hatırladığımız birkaç kalıntıyı ihtiyaç duydukça kullanmak için o sepeti karıştırdığımız oluyor. Günümüzdeki tartışmaları zihin açıklığı belirtisi sayanlarımız ara sıra Namık Kemal'den alıntı yapıyorlar:
"Barika-i hakikat müsademe-i efkârdan çıkar."
Yani gerçeğin şimşeği fikirlerin çarpışmasıyla çakar.
Güzel de, çarpışanların "fikir" olduğu durumlarda geçerli. Bizde çoğu zaman düşünceler çatışmıyor; yanılgılar, önyargılar, inatlar itişmekte. Sonuçta çıkan da gerçeğin şimşeği değil, egoların curcunası oluyor.
Öyle ki, tarafları dinlerken kime hak vereceğinizi düşünemiyor ve şunu soruyorsunuz kendinize:
"Bu tartışmaya ne gerek var?"

***

Şöyle bir görüşe katılırsınız herhalde: Çocukların ve gençlerin konuşma özgürlüğü olmalı, akıllarının yatmadığı şeylere itiraz etmelerine izin verilmeli.
Peki, ailede o ilke benimsendi diye, oğlanın babasına "Saçmalama ulan moruk" dediğini düşünün. Ne olur bu? En azından, terbiyesizlik.
Yani özgürlükleri densizliklerden ayıran sosyolojik, psikolojik, estetik vesaire çizgiler vardır. Bunların göz önünde bulundurulmasını istemek despotluk değildir.
Şimdi pek önemli bir "sorun" kamuoyumuzda yorumları çatıştırmakta: Bilgi Üniversitesi'nde tez diye porno filmi çekilmesinin cezalandırılması doğru mu oldu, yanlış mı?
Söz konusu filmi izlemediğim için niteliğini bilmiyorum; olaya ilişkin ahkâm kesemem. Ama filmi izlemeden herkesin konuyu bir özgürlük ihlali diye tartışmasının yanlış olduğu kesin.
Eğer gerçekten porno ise, onun tanımını hatırlamakta yarar var: hiçbir estetik değer içermeyen açık saçık görüntü. (Yunancanın fahişe anlamındaki sözcüğünden geliyor.)
Filmi çeken öğrenci özgürlük sınırlarını belirlemek istediğini söyledi. Kimi yorumcularımız da "Üniversite sınırsız özgürlük yeridir, orada her şey yapılır" diye kestirip atmakta.
İyi öyleyse, bir başka delikanlı da senato toplantısını basıp fermuar açsın, "Özgürlük anlayışınız nereye kadar görelim bakalım" narasıyla sıra dışı görüntü sergilesin. Alkışlar mısınız?
Sapla samanı karıştırmayalım lütfen. Kimi sap izan deler.
***

Bir de, ateşli çekişmelere yol açan sahici sorun var. Balyoz davasının baş sanığı generalin kızı ve damadı iddianamedeki dayanakların sahte belgeler olduğunu ileri sürüyorlar. Onları yalanlayanlar karşı görüşteler. "İmza yaş mı, kuru mu?" bilmecesine geri dönüldü.
Ne düşündüğünüzü sorarak zihninizi yormayacağım. Bilmecenin çözümü tutuklu sanıklar için önemli elbette. Gerçekler bir an önce açığa çıkarılmalı, varsa suçlular cezalandırılmalı, suçsuzlar serbest kalmalı. Toplumun esenliği açısından ise önemli olan ne bir imzanın, ne de bir davanın durumu.
Apaçık ortada duran, tartışılamayacak bir gerçek var: Türkiye'de çok yakın geçmişe kadar asker ağırlıklı düzen sürdü, darbeler oldu, özgürlükler ezildi. (Kenan Paşa hayal değil herhalde? 12 Eylül kâbusu uykularda yaşanmadı?)
Öyle tehlikelerin artık yüzde yüz devre dışında kaldığı, kesinlikle bir daha gündeme gelemeyeceği düşünülüyor. Açık söyleyeyim: aşırı iyimserlik bu. Günün birinde karşıtlıkların yoğunlaşmasıyla "köşeye sıkışan kedi" misali kimi çevrelerde Talat Aydemir kafalı birilerinin "Ben ne dünyayı, ne de yurt içindeki muhtemel sonuçları takarım, elimdeki silahla kördüğüm çözerim" diye delilik denemeyeceğine kimse tam garanti veremez. Uzak ama sıfır olasılık değil.
Onun için, vazgeçemeyeceğimiz gereksiz ağız ve yazı dalaşlarımızın yanı sıra şunu da düşünmeye başlayalım artık: Hiçbir zorbalığa fırsat tanımayacak özgürlükçü toplum iklimini nasıl yaratabilir, o amaca uygun bir anayasa üstünde nasıl görüş birliğine varabiliriz?
Gerekli tartışma konumuz budur. Beş ay sonra önünde sağlıklı seçenekler bulmalı halkımız.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA