Türkiye'nin en iyi haber sitesi
REFİK ERDURAN

Nereden nereye

Rotanız kaderinizdir. Onu bilirseniz, nereye ulaşacağınızı görürsünüz. Nedir rota? Bir çizgi. Nasıl bilinir?
Eskiden bulunduğunuz nokta ile şimdiki yeriniz arasına çizgi çekilince yönünüz belli olur. "Nereden nereye?" sorusunun yanıtıdır yani.
Dünyanın ve ülkemizin nereden gelip nereye varmış, bundan sonra da nereye gitmekte olduğunu gösteren çok somut, çok ilginç durumlar var.

***

Bir söyleşide "Hayat çizginizi en çok hangi yabancı ülke etkiledi?" sorusuyla karşılaşınca doğru yanıtı kestirmekte zorlanmıştım. Amerika demem gerekirdi tabii.
Amerikan okullarında okumuş, en çok o kültürün ürünlerini izlemiş, en uzun süre o ülkede kalmış, en fazla sayıda gönül serüvenlerini o toplumun kadınlarıyla yaşamıştım. Ama düşününce Rusya dedim.
Gençliğimdi Rusya. Hayallerim, cennetim, pusulamdı. Sonra kafama ve ruhuma en sarsıcı depremleri de o ülke yaşattı.
***

Geçen yüzyılın ilk yarısındaki Türkiye'nin toplumsal iklimini bugünkü vatandaşlarımıza anlatmak kolay değil. Kamuoyumuzun gözünde gezegen ikiye ayrılmıştı: "hür dünya" ve şeytan egemenliğindeki karanlık cehennem.
Şeytan komünizm diye adlandırılan, ne olduğu bilinmeyen, bilinmesi de istenmeyen, üstünde düşünülmeyen, ağza alınmayan melun ve esrarlı varlıktı. İşte onun bölgesinin tek sözcüklü adresiydi "Rusya". Karanlık dediğim, lafın gelişi değil. Boşluk demek daha doğru. Bulabilirseniz o dönemin okullarında kullanılan atlaslara bakın. Haritalarda Rus kentlerinin adı yazılmazdı. Bomboştu ülke. Uzun yıllardan sonra Yeni Sabah gazetesinin oraya bir yazarını gönderip üç beş fotoğraf çektirmesi ve birkaç kişiyle konuşturması Mars'a gidilip gelinmiş gibi sansasyon yaratmıştı. (Hayret ki hayret: iki gözü, bir burnu, bir ağzı vardı adamların!)
Her abartılı yasak gibi o paranoya havası da aynı ölçüde tepki yaratmıştı kimi gençlerin kafasında. Kolejdeki solcu Amerikalı öğretmenlerimin verdiği kitapları okudukça ben asıl bizim memleketin bir baskı cehennemi, Sovyetler Birliği'nin ise bir Leninist ütopya olduğuna inanmıştım 16 yaşımda.
***

Her insanın geçmişinde önemli kararları birkaç saniyeye sığdırmış kırılma noktaları vardır. Benimkilerden biri bütün canlılığıyla gözümün önünde.
Karadeniz'in ortasında, Romen gemisine yanaşmış sürat motorunun içindeyim. Nazım Ağabey bütün ikna gücüyle yüzüme bakarak "Sen de gel" sözünü tekrarlamakta. Daha önce hiç düşünülmemiş bir seçenekle karşılaşıvermek tam bir şok.
İster istemez kuzey ufkuna göz atıyorum. Rusya o yönde. Lenin'in düzeni.
İçim gidiyor. Kendi ülkemdeki kişisel düzenimi, ailemi, planlarımı hatırlamak alıkoyuyor dilimi "Peki ağabey" demekten.
Bir iki yıl sonra, Viyana'da telefonla konuştuğum Nazım'ın sesindeki hüzün ve ihtiyatlı öfke fark ettiriyor bana o gün bilinçsizce bir doğru karar vermiş olduğumu.
***

Aradan yıllar geçti. Sovyetler Birliği'nin dağılmasının öncesinde ve sonrasında, gezi diye ya da "kültürel etkinlik" kapsamında çok kereler gittim Rusya'ya.
Her seferinde o ülkenin İstanbul konsolosluğunun, Ankara'daki büyükelçiliğinin, bizim Moskova'daki temsilcilerimizin katkılarını gerektiren başvurular, yazışmalar, işlemlerle uğraştım. Rusya'ya giriş çıkışlarda yüzüm ve pasaportum sınır görevlilerinin buz gibi bakışlarıyla uzun uzun incelendi. Ülkenin resmiyette "komünist" olmaktan çıkmasından sonra da sürdü Stalin faşizminin o usullerdeki izleri. Sonunda orayı ziyaretten vazgeçtim.
Aslında yakınlığı, boyutları, etkinliği, ekonomisi ve kültürü elbette el ele vermemizi gerektiren Rusya ile aramızda vizesizliğin başlaması inanılmaz bir müjde. Stalin'i unutun, Tolstoy'u düşünün. Nazım da hâlâ orada. İlk fırsatta çoluğu çocuğu toplayıp götüreceğim eskinin şeytanlık, gençliğimin meleklik diyarına.
Nereden nereye geldiğimizi anlasınlar.


Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA