Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ERDAL ŞAFAK

Özel bir konu

Bugün hiç sevmediğim bir şey yapacağım; özel hayatımdan bir kesit aktaracağım. Okurlarımdan peşinen özür dilerim.
Gecenin bir vaktinde eve döndüm. Eşim boynuma sarıldı ve iki hıçkırık arasında "Geldi..." diye kekeledi.
- Kim?
- Hır...sız...

***
Biz iki çocuklu aileyiz. Büyük oğlan evlenip yuvasını kurdu. Küçük oğlan "Burası işime çok uzak" diyerek Şehir'den ev tuttu. (Not: "Şehir"i bilerek özel ad gibi kullandım. Çünkü İstanbul, "Şehir" anlamına geliyor.)
İki oğlan da gidince bir zamanlar Avrupa'nın en iyi uydu kenti ödülünü kazanan ama şimdi ucubeye dönen Bahçeşehir'de eşimle baş başa kaldık. Ve de iki köpeğimizle (Not: Biri İskoç Terrier cinsi, öbürü ise ceketinizin mendil cebine bile sığacak kadar küçük Meksika köpeği, yani Çuvava) ve bir cennet papağanımızla...
İşte bu sessiz, sakin evimize tam bir yıl önce (Not: 1 Şubat 2010'da) bir sabaha karşı hırsız girdi. Laptop, cep telefonu, cüzdan; yükte hafif pahada ağır ne bulduysa götürdü. Salonda yatan büyük köpeğimizi ilaçla uyutmuş; miniminnacık Çuvavamız tıkırtıya uyanıp havlamasa kim bilir daha neler çalacaktı...
Neyse... Polis cansiperane bir çalışmayla birkaç gün sonra hırsızı yakaladı. Daha doğrusu hırsızları. Biri çalan, öbürü taşıyan.
Ancak sadece biri için dava açıldı. İlk duruşmaya eşim de katıldı. "Müşteki" sıfatıyla. Yargıç (Kadın), "Yargının iş yükünü durduk yerde artırmayalım" gerekçesiyle eşime epey baskı yaptı şikâyetten vazgeçmesi için. Polisler de "Biz bunları yakalayıncaya kadar gecemizi gündüzümüze kattık, ne olur vazgeçmeyin, başkalarının canını yakmasınlar" diye davada direnmemizi istediler. Haklıydılar.
Sanığın tutuklandığı o ilk duruşmadan sonra davanın seyrini izlemedik.
Evin alarm sistemini tepeden tırnağa değiştirdik, tüm kapılara ve pencerelere demir parmaklık ördürdük, bir tür sürekli mahpusluk hayatı yaşamaya razı olduk.
***
Bir gece eve döndüğümde eşimin elleri- ayakları titriyordu: Hırsızın ağabeyi evimize gelmiş, davadan vazgeçmemiz için kâh yumuşak, kâh sert, epey dil dökmüş.
Eşim zor uzaklaştırmış.
***
Aradan aylar geçti ama eşim ne zaman 1 Şubat 2010 sabahını hatırlasa, balmumu gibi sararıyordu.
Biz konuyu unutmaya çalışırken meğer hırsız tahliye edilmiş. Ne yapalım; adaletin kestiği parmak kanamaz.
Kanamaz ama acıtır. Hırsızın "Davadan vazgeçin" talebiyle eve dayanmasıyla eşimi acıttığı gibi.
Şimdi eşim "Ben artık bu evde oturmam. Şehir'e taşınmak istiyorum" diye ağlayıp duruyor.
Bahçemize kendi ellerimle diktiğim ağaçları, çiçekleri terk edeceğim. Bahçemizde salına salına dolaşan kaplumbağamızı da. Kış uykusundan uyanmak üzere olan kirpilerimizi de. Kapımıza kamp kuran sokak köpeklerimizi, kedilerimizi de. Her sabah pencerenin önüne dizilip yem bekleyen yüzlerce kuşumuzu da...
Terk edeyim etmesine de bir başka sorun var: Şehir'de ev alacak güce sahip değilim ki! Hayatımda en korktuğum şeyi göze alıp, borçlanmam gerekecek.
Görüyor musunuz; bir zamanlar İstanbul'un en güvenli yerleşim birimi olan bölgenin ucubeleşmesinin bana maliyetini... Ne diyeyim; adalet sağ olsun!

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA