Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

Dostların yanında konuşmak..

Biri konuşma özürlü, öteki konuşma üstadı iki kişi arasındaki diyaloglarla geçen 2 saatlik bir filmin (Zoraki Kral/The King's Speech) şurup gibi akıp gideceğini biri bana söylese kesin inanmazdım.
Bu yüzden şimdi sizi nasıl inandıracağımı bilemiyorum.. Ama kalkıp giderseniz aynen benim gibi bitmesini istemeyeceksiniz. Aynen benim gibi bayılacaksınız.. Aynen benim gibi sinemadan çıktıktan sonra, saatlerce, hatta günlerce, tüm dostlarınızla bu filmi konuşmak isteyeceksiniz..
Neden?..
Film enfes de ondan..
Her şeyi ile enfes..
Bir defa mekan enfes.. 1930'ların Londrası.. Nasıl güzel sahnelerle, nerdeyse bir asır önceye döndürmüşler o masalsı kenti.. Sokaklarda dolaşırken, bir binayı boydan boya kaplayan bir ilan, daha doğrusu devlet uyarısı görüyorsunuz mesela.. "Gribe karşı direnin!."
Yani o günden bugüne değişmeyen şeylerden biri grip salgınları.. 1930 İngiliz Hükümeti'nin halkı nasıl uyardığı ve işbirliğine çağırdığını görüyorsunuz, bugün Türk halkının nerdeyse yarısı dökülürken, Sağlık Bakanlığı'nın "Bir şey yok" açıklamaları yaptığını hatırlayarak, acı acı gülümsüyorsunuz..
Filmde gülümsediğiniz, hatta kahkahalar attığınız sahneler var. Çünkü bu enfes dramanın içine mizah da ustaca yerleştirilmiş.. Senaryo muhteşem.. Çekimler muhteşem, anlatım muhteşem.. Ama filmi asıl muhteşem yapan şey, iki muhteşem oyuncu.. Colin Firth ve Geoffrey Rush..
Yani bu nasıl oyunculuktur?. Bu yıl onlara karşı Oscar adayı olmak istemezdim.
Kazanma şansım herhalde olmazdı..
Film hakkında o kadar çok şey yazıldı söylendi ki.. Artık fazla anlatmaya gerek yok sanırım..
Baba George V, çapkın ve havai büyük oğlunun değil, tahta çok layık gördüğü küçük oğlunun kral olmasını ister için için.. Onun isteğini, oğlunun çapkınlığı sağlar. Edward, ilk eşinden boşanmış, ikinci ile hâlâ evli bir Amerikalı kadına âşık olur. Aşk yüzünden, kadın ikinci kocayı, Edward İngiliz tahtını bırakır. Böylece, York Dükü, Prens Albert Frederic Arthur George, Altıncı George adıyla kral olur.. Albert ve Frederic, o sıralarda Avrupa'yı sallamaya başlayan Hitler'in Almanyası'nı hatırlattığı için Prens, adlarından babasına ait olanı seçer. Ne var ki prensin aile arasındaki adı bunların hiçbiri değildir..
Babası, annesi, ağabeyi ve eşi, ona Bertie derler.. Filmin kilit noktası bence bu..
Kocasının günün birinde kral olacağını tahmin eden, eşi Elizabeth onun kekemeliğini tedavi etmek için ülkenin en ünlü uzmanlarına başvurur. Bunlardan biri "Gırtlak kaslarını rahatlatır" diye sigara içmesini tavsiye eder. (Giderek sıkı bir tiryaki olan Prens, 57 yaşında akciğer kanserinden ölecektir. )
Birisi ağzına bilyeler doldurur. Yapılmadık deneme, denenmedik uzman kalmaz..
Fayda yok...
Sonunda, en büyük arzusu Shakespeare oynamak olan başarısız bir aktör, ama çok başarılı bir konuşma üstadı Lionel Louge'u bulur, Elizabeth.. Londra varoşlarında fakir bir evde yaşayan bir Avustralyalı.. Ne doktorluğu vardır, ne uzmanlığı.. Ama elinde tedavi ettiklerinin uzun bir listesi vardır ve kendisine fena halde güvenmektedir..
Çalışmalar ve dersler için, Prensin saray gibi malikânesine gitmeyi reddeder. Her şey onun basit evinde olup bitecektir. Prens eşinin zorlamasıyla bu eve gelir..
Avustralyalı, Prense "Sana Bertie diyeceğim" deyince kıyamet kopar. Bir Prensin aile içi adını dışardan, hele halktan birisi nasıl kullanır ki?..
"Sen de bana Lionel diyeceksin" diye devam eder Hoca.."
Bir Prens, bir yabancıya "Bay" dışında nasıl hitap eder ki..
Ama Louge ısrarlıdır. Çünkü Prensin kekemeliğinin psikolojik olduğuna inanmaktadır.
Psikolojik sebep de ortadadır.. Stres ve başaramama korkusu, kekemeliği tetikler. Hoca, öğrencisine aslında kekelemeden konuşabildiğini kanıtlarsa, yolun büyük bölümünü geçeceklerdir..
Ve de Avustralyalı'nın inandığı bir şey vardır. İnsanlar dostları arasında rahat konuşurlar..
Hoca ve öğrencisi senli, benli olurlarsa, dost olurlarsa yani, öğrencisi onunla baskı altında kalmadan konuşmaya başlayacak, böylece kekemeliğinin fiziksel olmadığını görecek, kendine güveni arttıkça, konuşması rahatlayacaktır.
Filmin doruk noktası, George'un Kral olduktan sonra, dünyanın dört bir yanındaki Britanya İmparatorluğu halkına o zaman yepyeni radyo canlı yayını ile yapacağı konuşmadır. Tüm dünya radyo başında o konuşmayı beklemekte ve George da bunu bilmektedir. Baskıyı düşünebiliyor musunuz?.
Ve de BBC'nin uzun, dar ve loş koridorlarında Kral yayın odasına yürümeye başlar..
"Dead man walking" dedim o an içimden..
Amerika'da ölüm odasına giderken mahkûmlar, başgardiyan böyle bağırır..
"Ölü adam yürüyor.." Öyle yürür, Kekeme Kral canlı yayın odasına..
Bu Colin Firth ve bu Geoffrey Rush'ı mutlak ama mutlak görmelisiniz..
Dostluğun hem de nasıl ölçüsünün "Yanlarında rahat konuşabilmek" olduğunu da görmelisiniz..
Bitti mi?.. Ben bu filmi üç gün yazsam bitmez.. Bugünlük burda kalsın o zaman..



Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA