Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

Bir zamanlar Paris'te..

"Olmaz olmaz" deme" demiş eskiler.. "Çünkü olmaz, olmaz.."
Vallahi de doğru, billahi de.. Bir Woody Allen filminin böyle olacağını, bana böyle şeyler düşündüreceğini, yazdıracağını rüyamda görsem inanmazdım..
Ama oluyor işte.. Her şey oluyor, hayatta..
Woody Allen, ki belli başlı bütün filmlerini izledim, ilk defa bu kadar lezzetli, bu kadar tatlı, bu kadar bitmesini istemediğim bir film yapmış.. Hani bir film vardı, 24 saatlik hafızası olan kız.. Her sabaha sıfırdan başlıyordu. Ona bile imrendim. Düşünün "Paris'te Bir Gece Yarısı" filmini her gün ilk defa izleyeceğim..
Sanat filmlerinin ille de boğucu, bunaltıcı, sıkıcı, öldürücü olmasının gerekmediğini de kanıtlıyor Allen.. "Paris'te Bir Gece Yarısı," hemen tüm eleştirmenlerin ittifak ettiği (Dünya eleştirmenleri, söz ettiğim) bir baş yapıt.. Ayni zamanda da gişe rekortmeni.. Yani sinema seyircisi de bayılıyor.. Hem de öyle bayılıyor ki.. Ben nerdeyse 3 çeyrek asırdır film izlerim, böyle şey yaşamadım.. Kanyon'da 19.00 seansında film bitti ve salondan müthiş bir alkış yükseldi. Gala, mala değil.. Sıradan bir seans.. Ama seyirci öyle bir coşku içindeki ki, gayri ihtiyari alkışlıyor..
Sinemadan çıktık, Ünal'la laflıyoruz.. "Bir de ne peşin hükümlerle geldik, neler söyledik sinemaya girerken.. Bakar mısın ne çıktı?.."
Eve döner dönmez, filmle ilgili sinema yazarları ne demişler onlara baktım, New York, Los Angeles Timesler'da, Chicago Tribune de.. Yani Woody bizi böyle vurdu sonunda, ülkesinde ne yaptı, onu merak ettiğimden..
Kenneth Turan (L.A. Times) aynen bizim konuştuklarımızla girmemiş mi lafa..
"İşte yazmayı hiç aklımdan geçirmediğim bir cümle: Woody Allen harikulade bir film yapmış, 'Midnight in Paris,' ve en güzel, en eğlenceli filmi. Bu satırları okurken şaşıyorsunuz.. Ben de yazarken şaşıyordum zaten. Hepsi çok iyi çekilmiş ve çok iyi oynanmış bir düzine Woody Allen filmi izledim, Vicky, Christina, Barcelona dahil. Ama hepsinde bir insan soğukluğu, bir ekşilik vardı, Paris'e kadar."
Film, bir enfes müzik eşliğinde, (Filmin tüm müziği harika zaten) üç dört dakikalık bir Paris klibi ile başlıyor.. Bu kadarcık zamanda, gecesi, gündüzüyle Paris bu kadar mı güzel anlatılır.. Hele Paris'e gitmiş, orada günler geçirmişseniz, bu klibin bir yeri, sizi mutlak yakalıyor.. Bir hatıra yaşıyorsunuz bir kaç saniyede.. Size öz bir film olur, nostaljiniz.. Geçmişte bir zamana özlem..
..Ve dakikalar ilerledikçe, bu klibin, filmin ruhu olduğunu görüyorsunuz.. Paris ve özlem..
Dünyada yaşayan pek çok insanın, hele de yakından bilirim Amerikalıların hayal kenti Paris'in de "Hayal" dönemleri var.. Herkesin kendine göre bir "Altın Çağ"ı!..
Mesela, Hemingwaylerin, Getrude Steinlerin, Picassoların, Scot Fitzgerald, Josephine Baker, Cole Porter, T.S. Elliot, Luis Bunuel ve Salvador Daliler'in yaşadığı 1920'lerin o iki dünya savaşı arası karmakarışık Paris'inde olmayı hayal etmez misiniz?.. Ya da daha eskiye, 1800'lerin sonuna gidip, efsane Belle Epoque döneminde, Moulen Rouge'da Lautrec, Degas ve Gaugin'e rastlamak?..
Allen, nasıl fantastik bir romantizm yaratmış, bu Parisleri bir öykü içinde yoğurarak..
Hayır.. Kenneth Turan'ın tavsiyesine uymam lazım..
"Bu, öyle tahmin edilmez şeylerle dolu bir film ki, ne kadar az şey bilerek giderseniz, o kadar fazla zevk alırsınız.. Onun için biran önce gidin.. Filmi izleyen yakın dostlarınız size mutlak görmenizi tavsiye ederken, bir iki kelime de ekleyeceklerdir, kesin. Ama bu vakada hiçbir şey bilmemek, gerçekten en büyük mutluluk!.."

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA