Türkiye'nin en iyi haber sitesi
SÜLEYMAN YAŞAR

Referandum sonrası ekonominin görünümü

Türkiye'de 12 Eylül'de yapılan Anayasa referandumunda, halkın statükoya karşı çıkıp değişimden yana durması, son günlerde kurumsal yeniden yapılanmalara neden oluyor. Referandumda, askeri vesayetin ve yargı vesayetinin sona erdirilmesine bir türlü "evet" diyemeyenler şimdi günah çıkarmaya başladı.
"Anayasa referandumu ertelensin" diyen ve siyasette askeri vesayeti, bütçede IMF vesayetini savunan zenginler kulübü TÜSİAD, referandumdan üç hafta sonra "referandumun demokratikleşmenin önünü açtığını" söyleyerek insanı hayrete düşürüyor.
"Peki üç hafta önce niye referanduma karşıydınız" sorusu hemen akla geliyor.
TOBB ise Başbakan'ın nisanda her üye bir işçi alsın önerisini, ekonomi bilgisine uygun bulmayıp reddetmişken, önceki gün 1.5 milyon istihdam sözü veriyor. Tabii iş bu iki statükocu sivil toplum örgütüyle bitmiyor. Referandum öncesi askeri vesayeti ve yargı vesayetini sürdürmek için TÜSİAD ve TOBB'un destekledikleri ana muhalefet partisi CHP, Hasan Bülent Kahraman'ın öngördüğü gibi parçalanıyor. Kemal Kılıçdaroğlu "Partideki korku imparatorluğunu yıktık. Gücünü bir yerden alanlar artık bu partide olmayacak" diyerek, bir yerlere mesaj gönderiyor.
Peki bütün bu kurumsal dönüşümün nedeni ne? Çünkü Türkiye halkı, sivil toplum örgütlerinden ve muhalefet partilerinden çok ileride duruyor. Vesayetle yönetilmek istemiyor. Kendi seçtiği temsilcilerin ülkeyi yönetmesini istiyor. Halk artık refahının artmasını talep ediyor.
İşte halkın bu istekleriyle kabul edilen anayasa değişikliklerinin ardından Türkiye'ye bir hukuki öngörülebilirlik geldi. Artık yatırım kararlarını, yüksek yargı, "kamuya faydası yoktur" türünden ideolojik gerekçelerle iptal edemiyor. İşadamı borcun var diyerek hâkim kararı olmadan yurtdışına çıkış kapılarından çevrilmiyor. Yatırımcı evrensel hukukun güvencesinde artık. İşte bu nedenle son günlerde Türkiye'ye küresel yatırımcı girişi çoğaldı.
Gelelim küresel yatırımcıların Türkiye'ye bakış açısına... Önümüzdeki üç yılda ortalama yüzde beş oranında büyüme hızı ve tahminen 2020'de 80 milyonluk nüfusuyla Türkiye Avrupa'nın en hızlı büyüyen cazip ülkesi olarak görülüyor.
Finans piyasaları açısından bakıldığında, aile borçlanma oranlarının çok düşük olması, Türkiye'de önemli bir kredi genişleme hacmi bulunduğuna işaret ediyor. Ve buna bağlı olarak Türkiye ekonomisinde büyük bir tüketim potansiyeli olduğu kabul ediliyor.
Bir de unutmadan belirtelim, Türkiye'nin son sekiz yılda iyi yönetilmesiyle dünya ekonomik trendini belirleyen yedi ülke arasında sayılması önemini artırıyor.
Ayrıca 2011 Yılı Genel Bütçesi'nde, Milli Savunma, Jandarma ve Emniyet Genel Müdürlüğü harcamalarının, toplam harcamalar içindeki payının yüzde 10.4'e gerilemesi, buna karşın Milli Eğitim ve Sağlık harcamalarının yüzde 16.7 seviyesine yükselmesi, önemli bir zihniyet devrimine işaret ediyor. Artık Türkiye'de vatandaşın eğitimine ve sağlığına yatırım yapan bir devlet anlayışı öne çıkıyor.
Böylece ekonomik kaynaklar, zengini zengin etmek yerine gelir dağılımını düzeltmek için kullanılıyor. Bütün bunları da statükocu İstanbul sermayesinin küçümsediği AK Parti yapıyor. Anlayacağınız ekonomi artık halkın refahını artıracak yönde değişiyor. Referandumun ardından Türkiye ekonomisinin görünümü bu.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA