Bıktım, usandım nerelere başvuracağımı şaşırdım; ama şu
sivri deyyusları var ya, onlar ısırmaktan usanmadılar… Ayaklarımın her tarafı kıpkırmızı,
şişmiş vaziyette… Şerefsizler yukarıdan, önden tek tek gelmedikleri gibi sürekli
aşağıdan çalışıyorlar, masanın altında ayaklarımı bir o yana bir bu yana sallamaktan, yorgun düştüm.
Şimdi ne alakası var masanın altının diyebilirsiniz veya böyle düşünebilirsiniz… Çünkü
masanın altı nasıl bir alemse,
masanın üstü de öyle… Malum Ramazan ayındayız… Geceler de mevsim dolayısıyla epeyce
uzun ve sıcak, öyle erkenden de yatılmıyor… Bizler de arkadaşlarla, sahura kadar çay, kahve, meşrubat içip, vakit geçiriyor, okey oynuyoruz… Masanın altında bir yandan ayak hareketleri ile sivrilere feyk atıp, üstünde de kurtlarımızı döküyoruz.
Ama ne mümkün ki bizim
Gültekin ağabeyin okey kanunları karşısında durmak… Adam tutmuş her oyunda yeni bir kanun, kural getiriyor, sen dağıtacaksın, yok sen o taşı açmayacaksın ya da sen bitmeyeceksin gibi hepimizi hallaç pamuğu gibi atıyor. Mübarek sanki Babil Kralı
Hammurabi; sürekli kanun üretiyor… Hadi ondan kurtardık derken, bu kez
Celal ağabey (namı diğer enişte) ile uğraşıyoruz.
Kendileri
enflasyonun bizim sitedeki
temsilcisi gibi, ne zaman elinde sayı kalsa
tek haneli… Neyse İstanbul'a döndü ama, tahtını bu kez kayınbiraderi
Bilgin babaya bıraktı, uğraş uğraşabilirsen!
Serdar desen ayrı dert, masanın garantörü, oturduğu an itibarıyla oyunun onda kalmaması için hiçbir sebep yok…
Halis bey arkasına almış Karadenizliler Derneği'ni oyna oynayabilirsen; işi gücü temsil yeteneğini konuşturarak okey atmak…
Zekai bey desen; bekle bekleyebilirsen, orucu açtıktan sonra mutlaka hanımı ile iki çay içtikten sonra ancak teşrif ediyor. Yönetici eküriler,
Turgut ve Mehmet ağabeyler ise ayrı havada, tek tek masaları kontrol edip, hijyen mi diye not tutuyorlar, nasıl havuz temiz ise masalar da tertemiz olacak diye
Metin'in başında boza pişiriyorlar. Bu arada sivriler filo halinde saldırıya geçtiklerinde de bu sefer biz yönetime koro halinde
"Yönetim buraya sivriler dışarıya" diye karşılık veriyoruz.
Tam bu sırada
Aydın beyimiz görünüyor, kolunda tansiyon aleti, belinde aparatı sürekli tansiyonu ölçülüyor. Ancak doktoru geçenlerde merak etmiş
"Saat 21.30 ile 24.00 arasında ne yaptın" diye sormuş… Adamcağız ayıp olur diye "Arkadaşlarla
okey oynadık" diyememiş, doktora bakıp "Acaba o saatlerde ne oldu" diye sormuş. Doktordan yanıt: "Bu saatler arasında sürekli tansiyonun bir inip bir çıkmış" deyince kıpkırmızı kesilmiş. Bu arada bir baktık ki
Hasan çay servisi yaparken,
masaların raportörü Bora ağabeyine sürekli kıyak geçiyor, meyvenin
hası, kuruyemişin
tazesi hep ona gidiyor. Eee akıllı çocuk yarın öbür gün oynarsa nasıl olsa çeteleyi Bora ağabeyi tutuyor, "Belki bana da o bir kıyak yapar" diye düşünmüş olmalı…
Nurullah ayrı bir alem, bir görünüyor bir kayboluyor, işi gücü taş takip etmek ondan diye düşündük, taşı uzun atan varsa peşinden koşuyor kayboluyor diye takılıyoruz.
Lojistik destek dört dörtlük, sağ olsun Abidin sabah erkenden açıyor dükkanı gece geç vakitlere kadar adamları sürekli serviste… Tabi bu arada hanımlardan gelen
"Sahur yemeği masada bekliyor" mesajı veya telefonu külliyen hepimizi alarma geçiriyor, herkes evlerinin yolunu tutuyor. Bir Ramazan akşamı da keyif ile sona eriyor derken sivrilerin soktuğu yerler kaşınmaya başlıyor
"Hay bu işi kotaramayanın" diye sallayacakken
Mübarek Ramazan ayı aklımıza geliyor, yetkililerin kulaklarını çınlatmaktan bir süreliğine uzak duruyoruz. Ama işin peşini bırakacak değilim, bu sivrilerin müsebbiplerinin benden çekeceği var.
Buyurun size içinde
siyaset olmayan bir yazı… Ramazan ayının hatırına bazılarını es geçtik!