Yıllar önce yine böyle bir bayram günü üç gazeteci
Katar'a gittik.
E. Yaşar Türkalp, Rıdvan Yelekçi ve ben... Gidiş nedenimiz; Milli Futbol takımımızın
Dünya Futbol Şampiyonası'na katılması...
Aklımda kaldığı kadarıyla takımda
Şenol Güneş, Turgay Semercioğlu, Bursalı Sedat 3, G.Saray'dan Ayhan Akbin, Beşiktaş'tan Necdet, A. Gücü'nden Halil İbrahim, Şeker'den Cüneyt Memişoğlu, Zonguldak'tan Rahmetli Muzaffer ve
Muammer, F.
Bahçe'den kaleci
Yaşar da vardı. Uzun bir uçak yolculuğundan sonra başkent
Doha'ya ulaştık.
Bizi denizin kenarındaki
Golf Otel'e yerleştirdiler. Mihmandarımız
Ahmed Said, "Sabah kahvaltıda görüşürüz" diyerek, yanımızdan ayrıldı. Biz de odalarımıza çekilip, uyuduk.
Kalktığımızda ilk işimiz, gazetelerimize nasıl haber geçeceğimizi araştırmak oldu. O dönemde cep telefonu falan yok! Dahası
Türkiye ile otomatik bağlantı da kurulamıyor. Mihmandarımız bizi harika bir basın merkezine götürdü.
Odada onlarca telefon vardı ve 50'ye yakın gazeteci
"Bağıra çağıra" ülkeleriyle konuşuyordu.
Biz de hemen santraldeki ilgiliden gazetelerimizi bağlamasını rica ettik ve ilk görüşmelerimizi yaptık.
Ertesi gün kaleci
Şenol Güneş'in, "Bulgar hakemin uydurduğu penaltıyı" kurtardığı ilk maçımızda ev sahibi Katar'la 0-0 berabere kaldık. Müsabakayı yazdırmak için otelin basın merkezine geldiğimizde bir de ne görelim?
Arap gazeteciler, kulaklarında ikişer üçer ahize birileriyle konuşuyorlar… Bize tahsis edilen telefonlar da maalesef ellerinde… Sinirlendik tabii! Mihmandarımız, sonradan adının
El Sabah Bin Tallal olduğunu öğrendiğimiz Kuveytli gazeteciye sordu:
"Üç telefonla birden ne yapıyorsun?" El Sabah, çok sinirli olduğumuzu görünce, başladı anlatmaya;
"Benim 4 karım var… Hepsiyle, aynı anda konuşmak zorundayım. Birini önce arasam, ötekiler kızıyor. Şimdi hepsinin bayramlarını kutluyorum!
Ne var bunda?"
Sesimizi çıkarmadık; sadece güldük… "Bugün bayram, siz de gülün!.."