Ayşe Kulin, 2011'in ilk günlerinde birlikte yayımlanacak
Hayat ve
Hüzün adlı kitaplarında, bu kez kendi özel hayatını okurlarıyla paylaşıyor. Doğumundan babasının öldüğü 1983'e kadar olan 40 yılını anlattığı iki kitapta, ancak yakınlarının bildiği çok özel detayları büyük bir samimiyetle okurlarıyla paylaşan Kulin; Mehmet Sarper'le yaptığı ilk evliliğin ve Eren Kemahlı'yla yaptığın ikinci evliliğin kendisini çok etkileyen taraflarına da yer veriyor. İlk evliliğinin bitiminden sonra çocuklarından ayrı düşmesini ve ikinci evliliğindeki aldatılmasını büyük bir açıklıkla anlatan Kulin, bu vesileyle içindeki zehri attığını söylüyor. Babasının hastanedeki günleriyle başlayan
Hayat romanında, Nişantaşı günlerini, Ankara yıllarını, Robert Kolej'i anlatan Kulin'in anılarına Türkiye'nin yakın tarihi de eşlik ediyor: Çok partili yıllar, Menderes hükümeti, 6-7 Eylül olayları, 70'lerin hareketli günleri ve 1980 darbesi.
- Sanılanın aksine yoksunluk ve yoksulluk dolu bir hayat yaşamışsınız...
- Bu ülkede paradan kaynaklanan bir üstünlük var. Kitapta bunu hissettirmeye çalıştım. Yoksulluk göreceli, ben gecekonduda oturmadım, aç kalmadım. Fakat herkesin bir standardı var, o standardı tutturamadığın zaman yoksul oluyorsun. Hatta benim gibilerinki daha zor, çocuklar üstüme yıkıldı, kocalardan para almayı kendime yediremedim.
EVLİLİKLERİMİ İÇİMDEN ZEHRİ ATMAK İÇİN YAZDIM
- Diğer kitaplarınızı da okumuş biri olarak fark ediyorum ki, ilk defa bir kitabınızda bu kadar çok siz varsınız...
- Evet, yaşadığım dönemi anlatmak istedim. Kocası tarafından aldatılan kadın işte. Bana sorarsanız herkes aldatılıyor, aldatılmadıklarını zannedenler de. Ama çocuklarımın durumu çok özel: Çocuklarımın travmalarını hâlâ yaşıyorum. Açıkçası kendi özel hayatımla birlikte Türkiye'nin 40 yılını anlatmak bana anlamlı geldi. 6-7 Eylül'ü yaşadım, darbeleri yaşadım ve bunların hepsini kendi gözümle anlatmak istedim. Çünkü kitaplar sosyal tarihtir.
- Eski eşleriniz 'Bir gün bu kadın yazar olur ve bunları yazarsa,' diye düşünselerdi herhalde o yaptıklarını hiç yapmazlardı...
- (Kahkahalar) Bir tanesi herhalde hiç yapmazdı.
- Ama satırlarınızda bir intikam hissi yok...
- İntikam niyetiyle yazsaydım bambaşka bir kitap olurdu. Çünkü özelde çok daha fazla şeyler yaşandı. Ben çok edeplice yazdım. Ne isim, ne cisim: Soyadlarını yazmadım mesela. Bu kitabı kendimi anlatmak için yazdım, başkalarıyla hesaplaşmak için değil. Çocuklarıma da sordum kitabı yazarken, kendilerini ilgilendiren kısmı için. Onlar da bu konuyu yazmamı istediler ve 'Anneciğim yaz ve bu zehri içinden çıkar, bu öyle bir zehir ki seni hasta eder, bundan hepimiz kurtulalım,' dediler. Okurlarım için o insanlar değil, ben ve benim ne çektiğim önemli olmalı.
- Cidden yaşadıklarınız sizi bu kadar etkiledi mi?
- Çocuklarımla olan olaylar beni de, iki büyük oğlumu da çok etkiledi. Büyüğü 1962, küçüğü 1963 doğumlu ve Allah'tan yaşadıklarının aksine son derece yumuşak babalar oldular. Şimdi birinin üç, diğerinin iki çocuğu var.
- Babalarıyla görüşüyorlar mı?
- Büyük oğlum hiç görüşmüyor, affedemedi babasını. Çok sert bir çocuktu zaten. Öteki de ayda yılda bir. Hakikaten ilk kocam çok efendi insanlara düşmüştü, yani bize. Hem çocuklar hem ben onun canına okuyabilirdik.
- Sizin yaşadığınız bu hikâye, şimdi daha çok üçüncü sayfalarda okuduğumuz bir Türkiye gerçeği aslında...
- Tabii tabii. Bu okumuş yazmış olmakla ilgili bir şey değil ki, ahlak meselesi. Biz ahlakı başka bir şey zannediyoruz. Şu anda dindar olmak sanıyoruz, bir zamanlar solcu olmak sanırdık. Gerçek ahlak geri planda kalıyor, halbuki ahlâk çok önemli ve evrensel bir şey.
- Kitabı okurken 'kötülük' kavramıyla da yüzleşiyoruz. Ve kötünün iyiyle yan yana gelmesi bir şeyi değiştirmiyor.
- Evet, herkes olduğu gibi kalıyor.