O artık memleketi kimseye kaptırmayacak bir muhalif!
Çok parlak söyleşiler de yaptı, "Yok artık!" dedirten yazılar da yazdı. İhtiyacı olanlara yardım edip "Helal olsun!" da dedirtti, Hürriyet'in militanı olarak önyargılarına isyan da ettirdi. Tarsus Amerikan'da sökemediği, Dubai ikameti ve yüz trilyon yurtdışı seyahati sırasında da adam edemediği İngilizcesi hala dökülüyor: "Break... Goodless turtle... Break... Eniştem diğer arabadan walkie-talkie ile çağrı yapıyor. Sevgilim gülmeye başlıyor. 'Enişten komik adam!' diyor, 'Baksana bana ne isim takmış.' Önce anlamıyorum. Sonra 'Goodles Turtle'ı bire bir Türkçeye çevirince ben de gülmeye başlıyorum: Allahsız tosbağa!" (4 Şubat)... En son evvelki hafta mentalKLINIK'ten Yasemin Baydar ve Birol Demir'i de, "Onlar güncel sanat yapıyorlar, yani contemperay art," diye tanıttı (27 Mayıs). Fakat şurası kesin: 2000'lerde bu memleketin orta-üst kadın nüfusunun idolü oldu. Sadece ilk akla gelen kadın köşe yazarı değil, ünü Ajda Pekkan'a, Hülya Avşar'a denk düşen kadın pop starı oldu. Saçlar onun gibi kestirilip fönlendi. Aşk üstüne, seks üstüne, kadınlık halleri üstüne, ondan kuvvet alınıp teori ve pratik yapıldı. İnsana 'Şimdi başlasam 100 yaşına belki' dedirten bir mühim organizasyonunu açıp okusanız arşivden, hevesini, azmini, işten gocunmazlığını hissedersiniz. Üşenmiyor. Bir online alışveriş yüzü oldu en son; fotoşopu/filtresi az kaçmış reklam, televizyonda fır dönüp duruyor. Madonna partisinde DJ'lik yapmanın akabinde, 'memleketi kimseye kaptırmamaya' karar verdi. Kürtaj yazısı, tarihinin en çok paylaşılanlarından oldu, bu defa kendine 40. yaş hediyesi olarak değil, falanca dergiye kapak diye değil, kürtaj tartışmasına taraf olduğu için, tenine 'Benim Bedenim Benim Kararım' yazarak soyundu. "Çıplaklık gibi şeylerle 'fazlaca' süslerseniz, 'marjinal' olur. Oysa bu bir halk hareketi," dedi. (7 Haziran). 1 Mayıs'ta meydana inmişti, şimdi de Bianet'i keşfetti (Sordu onlara: "Mantıklı insanlar mısınız, çılgın mı?") Protest, aktivist. Artık muhalif olacakmış, gri olmayacak, beyaz olacakmış. "Zaman, uyanma zamanı," diyor, "Uyandım ama henüz balığa gidemiyorum." Bu yeni siyasi kimliğini merakla takipteyiz.
Bana meczubunu söyle, sana hasarını söyleyeyim!
Tekin Aral'ın kızı, Oğuz Aral'ın yeğeni, annesiyle hâlâ didişen bir ergen, kendi kızıyla nasıl da arkadaş, merak edene 1.74 boyunda bir High School'lu ve ne hikmetse alabildiğine arızalı bir kaybeden. Nasıl da çılgın, nasıl da çatlak, nasıl da komik, nasıl da deli olduğunu vurguya doymayan, her acayiplik onu bulan, tabii gayet sıradan günlük hadiseleri de kainatın en büyük anormallikleri gibi sunan Ayşe Aral'ı, 19 yaşında evlendiği kocası tarafından aldatılma hikayesiyle tanıdık, ama asıl ilgi alanımıza girişi, Veli'si ile oldu. Her biri başyapıttı: Otel macerası, mumlu akşam yemeği, aileyle tanışma... 'Guilty pleasure'ın en çok hakkını verenin o olduğunu görmek için, sadece son haftaların başlıklarına rastgele bakmak yeter: Başım moktan kurtulamadı gitti... Mal, koca popolu... Odun kadınlar... Yedekli olun... Veli aileye girdi... Aşk dediğin 15 günlük bir şey... Kıskançsınız, kıskanç!.. Mumya Veloş... 41 oluyorum 41!.. Ali, Veli, kırk dokuz elli... Bir de TV programı yapıyor (Beyaz Manşet, Beyaz TV) ki, geçen haftaki (30 Mayıs) konuklarının birbirine girme jargonu benzersizdi. İki 'sanatçı' Saadet Gürses ile Deniz Akbulut arasındaki olaylar şöyle gelişti: - S.G: Deniz Akbulut'tan daha önemli roller aldım. Bu piyasada herkes haddini bilecek. - D.A: Ben senle muhatap olmuyorum. Sen nereden geldin bugün? Sus, bana bugün milli piyangodan çıktı bu kadın. Kıskançlar. Kalkıyorum ben. - S.G: Ben seninle konuşmayacağım. Ağzından çıkanı kulağın duysun. Neden bu hallere geldiğini anlatırım, burada duramazsın. - D.A: Kızım benim alnım ak. Söyle bakayım. - S.G: Benle doğru konuşacaksın. Senin karşında Saadet Gürses var. Nasıl kör olduğunu anlatsın. Kolonya içiyordu. - D.A: Kolonya kokuyordum, içmiyordum. Senin gibi alkolik değildim. Senin gibi barlarda, pavyonlarda çalışmadım, pavyon karısı! Ve taraflar birbirinin üstüne yürür... Denebilir ki, Ayşe Aral'ın ne suçu var, konuklarının azizliğine uğramış. Bir, TV programı yapıyorsunuz ve iki, bu iki ismi alıyorsunuz! Bana meczubunu söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim!
Huzur masalına bir son veremez miyiz?
Aynı gazetedeyiz, zamanında hakkımda bir-iki zarif söz söylemişliği var, sendeleyene çelme takılmaz vs, insan yazdığından çok yazamadıklarıyla var! Bu defa dürten, tamamen bambaşka bir konudaki yorumuyla, Bülent Cankurt oldu. "Murat Pilevneli, maddi sıkıntı nedeniyle eski eşi Tuba Ünsal'ın binlerce dolarlık koleksiyonundaki tabloları satmak istemişti." (Günaydın, 5 Haziran). Duyan da Tuba Ünsal'ın dedesi, Hoca Ali Rıza sanacak! Onları zaten etrafı yolma suretiyle Pilevneli almamış mıydı? Bu işlerin piri Bülent, Tuba Ünsal'ın ciğerini bilmiyor mu? Ne alakası var dediğinizi duyar gibiyim, şöyle: Peşi sıra, İzzet Çapa'nın yazısı geldi: "Ayşe'nin bu konuda son derece duygusal satırlarla yazdığı basın açıklaması geçti elime. 'Önümde umutla beklediğim günlerim var. Ancak bazen huzurumu bozacak hareketlerle karşılaşıyorum'..." (Habertürk, 6 Haziran). Duygusal mı? Anasının gözü İzzet, Ayşe Özyılmazel'in yürek tomografisiyle beraber, beyin MR'ını da çekmez mi? Asıl dürten, 'huzur' oldu. Özyılmazel'in, ofis basma haberi üstüne yazıp yolladığı bu kısa açıklamada, üşenmeyip saydım, altı kere 'huzur' geçiyordu. "Bir halkla ilişkilerin ustalığıyla itina ile seçilmiş, yerinde cümleler kuramayabilirim, ancak samimiyetimden kuşkunuz olmasın" diyor Özyılmazel. Halbuki tam da bir halkla ilişkilerci ustalığıyla binbir itina ve ihtimamla seçilmiş, yerinde cümleler kurabiliyor, ancak samimiyetinden kuşku duyabiliriz! Adam, normal biri değil. Hakikaten zıvanadan çıkartır. Bazı durumlarda ofis basmak, ev dağıtmak, ceket doğramak, elinde sigara söndürmek, vurmak, kırmak, sövmek, saymak, harbiden iyi gelir. Ama bu da bir enerjidir, gerilimdir, adrenalindir. "Artık huzur arıyorum" diyor. İç rahatlığı. Baş dinçliği. Dinginlik. Erinç. Aradığı, sahiden huzur olabilir mi? Huzur, Kalamış'ta! Kalamış'ta oturabilir mi? Ayşe Arman, ne yaparsa, gazetecilik üstünden yapıyor. Onun esası gazete. Diğer sahne faaliyetleri, hep gazetenin, gazeteciliğinin devamı gibi. Ayşe Özyılmazel ise, gazeteden tamamen bağımsız bir magazin siması artık. Yazdıkları kadar, hatta daha çok, yaptıklarıyla var. Eftalya çıkışı paparazzilerle laf yarıştırmasıyla. Mini'yle Nişantaşı sokaklarında volta atmasıyla. Che plakalı cipiyle patinaj çekmesiyle. Demet Akalın'ın maceralarını izler gibi sürükleniyoruz onun da serüvenlerine. 30'unu geçen her kız -kimi yavaş yavaş, kimi hızla- annesine benzer. Ben Güzelim, Ya Sen? adında bir kitap yazan, "Beni her erkek yanında gururla taşır," diyen, geçen yaz Bodrum'daki nikahta "Siz de çok yoruldunuz çocuklar, aç kalmayın," diye magazincilere yemek taşıyan bir anne nasıl es geçilebilir? Ayrıca da Oya Germen demek, Semiramis Pekkan'dan Nükhet Duru'ya, bütün bir neslin tecrübesi demek. Yani sıkı tedristen geçmiş, ama hakkını verelim: Ayşe Özyılmazel de hızlı öğreniyor. Onca mahremiyeti ortaya açıp saçtıktan sonra, "Sana ne, bana ne, ona ne, bize ne, size ne, kime ne"lemenin uymadığını görmüş olmalı ki, son dönemde kontrollü sloganlarla konuşuyor. Kafa hep başlık-spota çalışıyor; sonra bulduğuna sevindiği cümleler olunca, kendinden alıntı yapıyor. "Kalbimle çıktığım yolun sonuna aklımla geldim," geleceğe kalacak bir aforizma artık! Nahoş bir evlilikti, tahribat çok taze, e bir de hayat boyu taşınanlar var, bu şartlarda 'ki'si uzun 'Öyle mutluyum kiiii'lerin dublajıyla mimikler tutmuyor. Geçecek. Sakin. Ama duramıyor. Ayşe Özyılmazel, evlenerek şöhret olabildiğini, boşanarak şöhretini artırabildiğini, ex eşin ofisini basma suretiyle siyasetten rol çalıp alkış ve teşekkür alabildiğini gördü. Buna alıştı. Vazgeçemez. 'Beni rahat bırakın'dan kastı, 'Hakkımda hep güzel şeyler yazın.' Halbuki onu iştahla seyirdeyiz. Ve bazen bu kadarı yetmeli!