Yıl 1936... Bir yaz akşamı, Mustafa Kemal Büyükada'ya uğrar, Splendid Palas'a gidilir. Müziğin geldiği terasa çıkılır. Keyiflidir Atatürk, şık bir kadını dansa kaldırır... Dansın bitimine doğru, Atatürk'ün gözüne, sırtında küfesiyle bir kavuncu ilişir. Hemen işaret edip yanına çağırır ve kadınla dans etmesini ister. Kavuncu küfesini sırtından çıkarır ve kadınla dans eder. Belki de ilk defa bir kadınla dans eden kavuncu şaşkındır ama kadına ayak uydurur. Dansın sonunda ise Atatürk "Bravo, bravo çok güzel dans oldu," diye alkışı patlatır. 76 yıl sonra yine bir yaz günü. Splendid Palas'ta yine dans edenler var. Orta yaşlı üç çift, bu sefer otelin geniş salonlarından birinde, Latin ezgileri eşliğinde dans ediyor. Bıraksanız, saatlerce dans edebilirler... Ama "Stop!" sesiyle, önce müzik susuyor sonra da dans bitiveriyor... Yanlış anlaşılmasın dansı sabote eden kimse yok. Burası bir film seti. Türkiye sinemasının en kıdemli yönetmenlerinden Reha Erdem, son filmi
Şarkı Söyleyen Kadınlar'ı çekiyor. Binnur Kaya, Aylin Aslım, Deniz Hasgüler, Philip Arditti, Kevork Malikyan'ın rol aldığı filmde Erdem, deprem tehlikesi nedeniyle boşaltılan bir adada kalan birkaç insanın yaşadıklarını anlatacak. Lakin hemen belirtelim, Erdem'in filmlerini izleyenlerin tahmin edeceği üzere, onun filmlerini bir cümleyle özetlemek pek de mümkün değil. Onun için bu cümleyi bir anahtar olarak algılamak daha doğru sanki.
BÜYÜKADA'YA GERİ DÖNÜŞ
Büyükada, aslında Erdem'in yabancısı olduğu bir yer değil. Erdem ilk filmi
A Ay'ı da 1989'da burada çekmişti. Adanın haletiruhiyesini iyi biliyor. Trafiğin olmaması, adanın İstanbul'a göre daha sakin olması, çekimlerin yüksek konsantrasyonla yapılmasına olanak sağlıyor. Erdem ve ekibi de bu olanaktan fazlasıyla yararlanıyor. Daha önce
Beş Vakit,
Hayat Var ve
Kosmos set ziyaretlerinde hissettiğimiz, ekibin filmi sahiplenme durumu bu sette de var. Sesçisinden, ışıkçısına, kamera önü ve arkasındaki herkes elinden gelenin en iyisini ortaya koymaya çalışıyor. Ki bu tavrın sebebi Reha Erdem'in ekibe yaklaşımından kaynaklanıyor. Erdem, disiplinli ama ekibine karşı sevecen bir yönetmen. İşte bu tavır, herkesin filmi sahiplenmesine neden oluyor. Erdem, oyuncularının enerjisine güvenenlerden. Bunu dans sahnesi çekerken bir kez daha görüyoruz. Ayrıca biz sete gittiğimizde sahnesi yoktu, ama Binnur Kaya çekimler sırasında performansıyla set ekibini kendine hayran bırakmış; onu anlıyoruz konuşmalardan. Erdem de oyuncusunun performansından oldukça memnun. Ki bir diğer oyuncu Deniz Hasgüler de filmin öne çıkacak isimlerinden biri olacak, anladığımız kadarıyla.
ERDEM'DEN KÜRT HİKAYESİ
Ama
Şarkı Söyleyen Kadınlar, Reha Erdem'in
Kosmos'tan sonra çektiği ikinci film. Çünkü, Erdem geçtiğimiz yıl, sonbaharda sessiz sedasız
Jîn (Hayat) adlı bir başka filmi Mersin, Mut ve Kaz Dağları'nda çekti. Filmin isminin Kürtçe olması boşuna değil, çünkü filmde bir Kürt kızının hikayesi anlatılıyor. Kürt sorununun yakıcılığı sürerken, filmin şimdiden ilgi uyandırdığı söylenebilir. Hatta filmin yeni sezonun en merak edilen yapımlarından biri olacağı tahmin etmek de zor değil.
Jîn'de,
Şarkı Söyleyen Kadınlar'da da rol alan Deniz Hasgüler başrolde oynuyor. Dolayısıyla Elit İşcan'dan sonra Erdem'in bir başka keşfinin Hasgüler olduğu söylenebilir. Hem
Jîn hem de
Şarkı Söyleyen Kadınlar'ın ne zaman gösterime gireceği şimdilik belli değil. Ama iki filmin de önce uluslararası festivallerde görücüye çıkması muhtemel.
AVRUPA, ERDEM'İ NİHAYET KEŞFETTİ
Reha Erdem, iki yeni filminin festival turuna başlamasından önce, önceki filmleriyle Avrupa'nın en eski festivallerinden biri olan Karlovy Vary Film Festivali'ne konuk olacak. Çünkü 29 Haziran'da başlayacak festivalde, yönetmenin retrospektifi yapılacak ve A Ay, Kaç Para Kaç, Korkuyorum Anne, Beş Vakit, Hayat Var ve Kosmos filmleri gösterilecek. Erdem cephesinde bu bir ilk aslında. Filmleri her ne kadar, Berlin Film Festivali başta olmak üzere pek çok festivalde gösterilse ve İngiltere gibi birçok ülkede vizyona girse de, Erdem'in sineması Avrupa'da ilk defa toplu olarak seyirci karşısına çıkacak. Festivalin Erdem'in filmlerine odaklanması bir başka açıdan da önemli: Avrupa'daki büyük festivallerin, Türkiye sinemasını birkaç yönetmenle sınırlandıran bakışının kırıldığının bir göstergesi bu. Böylece sinemamızdaki derinlik ve çeşitliliğin Avrupa'da daha fazla görüneceği söylenebilir.