Önce
sonuncusundan başlayalım. Fransız gazeteci arkadaşımın popüler bir semtte yarı entelektüel, yarı bohem izler taşıyan evi, mumlar, şaraplar, birisi yavru iki İran kedisi... Karşımda İtalyan komünizminin son lideri ve eşi, eski başbakanlardan Romano Prodi'nin bir zamanlar en yakın adamı olan zat ve eşi oturuyor. Menü mantar çorbası, fırında erikli tavşan... Son komünist lider ile epey bir Massimo D'Alema muhabbeti yaptık. D'Alema, İtalyan komünist partisinin sonunu hazırlayanlardan, komünist liderin de... Türk kamuoyunun Öcalan'ın İtalya'ya gelişi nedeniyle yakından tanıdığı D'Alema, İtalyan solunun ilginç bir prototipi. Yemekte şu çok açık ortaya çıkıyor: Hükmeden, yöneten İtalyan solunun kökeni asla proleter değil, içlerindeki aristokratlar bir yana, burjuvalar çoğunlukta.
D'ALEMA'NIN LÜKS MERAKI
D'Alema'dan bahsederken onun orta sınıf kökeni, yat merakı, ünlü aşçı Vissani ile arkadaşlığı, sonradan görme lüks merakı, kontluk payesi alabilmek uğruna Vatikan'a koşturmaları ti'ye alınıyor. Bu kadar kendi içine kapalı, bu kadar üçüncü dünyadan ilham alan bir şıklık, bu kadar elit, bu kadar burnu havada başka bir sol var mı bilmiyorum. Günther Grass'ın dediği gibi "Çok sola dönüp sağdan çıkıvermişler." Başka bir yemek, bu kez Piazza del Popolo'da bir evdeyiz. İş adamları, iş kadınları, ünlü gazeteciler, güzel kadınlar, yemekler... Burada sağın insanları hakim; şıklıklar, abartılar, mini etekler, yüksek topuklar göz kamaştırıyor. İki sevimli yaşlı aristokrat çift: Kontes üç kez nerede oturduğumu soruyor. Sonunda da "Ben köylüyüm, biz Münih yakınlarında bir kasabada oturuyoruz" diyerek eğleniyor. Solun soyluluk merakının yanında, bu eski aristokratın kendisiyle dalga geçme inceliği hoşuma gidiyor.