- Erden Kıral'ı nasıl tarif edersiniz?
- Nurgül Yeşilçay: Başka görüşlere çok açık bir yönetmen. Bu yüzden çalışması rahat oluyor. Kendi bildiğini yapsa da herkesi dinliyor. Çok hızlı, filme başlamadan önce filmi kafasında bitirmiş oluyor. O yüzden set yorucu geçmiyor. En sevdiğim tarafı ise çalışırken bize çok yüksek enerji vermesi.
- Mert Fırat: Genç yönetmenlerin birçoğundan zihin olarak çok daha genç ve cesur bir yönetmen. O yaşlarda, bu dünya görüşüne, bu heyecana, bu yenilikçi yaklaşıma normalde yer yoktur diye düşünülür. Ya da kimse bu kadarına cesaret etmez diye. Fakat Erden Hoca buna cesaret ediyor ve zaten sineması da böyle. Bir cebinde eski Yeşilçam'ın geleneği dururken diğer cebinde modern, yenilikçi enerji veren bir anlayışı duruyor. Onunla çalışmak büyük bir şanstı benim için.
- Vilden Atasever: Bu söylenenlere ek olarak şunu söyleyebilirim. Az ve öz konuşan oynayacağınız karakteri çok iyi betimleyen bir yönetmen.
- Setin en unutulmaz anı neydi sizler için?
- N. Y: Ayağımı sakatladığım an. Hastaneye gittik, ayağım kanıyor, bir de yüzümde kan makyajı vardı. Doktorlar bir panik yaşadı. Erden Kıral "Tamam bu film bitti!" demişti ben de "Yok abi birkaç güne başlarız" dedim. Dört gün sonra da gittim sete...
- V. A: Ben o dönemde hem kendi hem de başka insanların yargılarıyla yüzleştim. "Tenekeli Mahallesi'ne girilmez, girerseniz çıkamazsınız" deniliyordu. Biz bir akşam bu mahalleye gittik. İnanılmaz bir sevgiyle karşılandık. O zaman ne kadar ön yargılıyız, insanları, kulaktan dolma bilgilerle ne kadar çabuk yargılıyoruz diye düşündüm kendi kendime.
- M. F: Filmden önce ben Tenekeli'ye gitmiştim. Taksiciler "Abi gitme, biz bile oraya yolcu indirmiyoruz, polis bile helikopterle adam alıyor" dedi. Bir korku kültürü oluşturulmuş. Ben de ne olacak falan deyip gittim. Sonra İzmirli arkadaşlarımın vesilesiyle mahalleden birtakım insanlarla muhabbet kurduk. Sonra tekrar gittiğimizde muhabbet kurduğumuz arkadaşları buldum. Evinin önünde oturup çay, kahve içtik. Aylar sonra tekrar İzmir'e gidince telefonum çaldı, o evine gittiğimiz arkadaş "Buraya geliyorsunuz bize neden haber vermiyorsunuz" dedi. Filmde Tenekeli Mahallesi'nde bir sahne çekilecekti. O gün acayip geçti. Çok aşırı ilgi vardı bir curcuna havası, o hengame içinde nasıl çekim yaptık bilemiyorum. O günü unutmam mesela. '
- Kıral sette filmin "Mutlu olmadan sevmek ne demektir?" diye sorduğunu söylemişti. Bu sorunun sizdeki cevabı nedir?
- M. F: Evet sevmek bakidir, seversin ama bu sevgi, sürecin sonunda sana mutluluk getirmeyebilir. Hayatın içinde mutlu olmadan sevdiğimiz o kadar çok şey var ki. İşini seviyorsundur ama işin seni mutlu etmeyebilir. İdeolojinden mutlusundur ama onun sonuçlarından mutlu değilsindir. Hayat dediğin biraz da sevdiğin fakat mutlu olamadığın bir süreç.
- N. Y: Mert her şeyi anlattı. Söylediklerine katılıyorum (Gülüyor). Erden Hoca huzursuz bir aşktan bahsediyor. Gece
de Mert ile benim karakterimiz arasındaki aşk böyle biraz da. Ama bana sorarsan film özlemek üzerine derim. Çünkü herkes bir şeyleri özlüyor. Kimi mutluluğu, kimi ailesini, kimi sevgilisini... Sert ama modern arabesk bir yandan da.
- V. A: Sevgi insanın içinde saf bir duygudur. Sen sevmek istediğin zaman seversin. Karşındaki çok da buna karışamaz. Ya da başka birisi senin içindeki bu duyguyu yönlendiremez. Mesela filmde oynadığım karakter abisinin ideolojisine saygı duyuyor. Onun aldığı karara katılmasa da bu karara saygı duyup ona destek oluyor.
- Siz Gece'nin çocuklarısınız, peki bu çocukların nasıl bir dramı, sıkıntısı var?
- V. A: Filmdeki bütün karakterlerin aidiyet problemi var. Bunlar yerlerinden yurtlarından zorla göç ettirilmiş bir ailenin çocukları. Bunun için de ellerinde kalana sıkı sıkıya sarılıyorlar. Çünkü kendilerini köksüz hissediyorlar.
- N. Y: Zaten dünyanın en önemli problemlerinden biri bu. İnsanlar köklerinden koparılıyor, başka yerlerde yaşamak zorunda kalıyor.
- M. F: Sınırımızda şahit olduğumuz olaylara, Ortadoğu'da IŞİD'in neden olduğu şiddete, Suriye'de Irak'ta milyonlarca insanın yersiz yurtsuz kalmasına bakınca da 'gecenin çocuklarının' ne kadar çok olduğu görülür herhalde...
- Gece'de Güneydoğudan göç eden ve İzmir gibi bir büyükşehirde yaşamak zorunda kalan bir Kürt ailenin hikayesi anlatılıyor. Bu film Kürt sorununa bakışınızı etkiledi mi?
- M. F: Beni etkilemedi, çünkü zaten Kürt sorunu nedir ne değildir bilen biriyim. Hayat da evinden yurdundan edilmiş, ya da bu çatışmanın içinde bulunup bundan yara almış insanlarla sizin yolunuzu bir şekilde kesiştiriyor. Eğer kör ve sağır değilseniz bu ülkede Kürt sorununu biliyorsunuzdur. Bunun çözülmesini de istiyorsunuzdur. Zaten bize bu filmi yaptıran Kürt sorunuydu.
- N. Y: Sadece Kürt sorunu olarak bakmadık meseleye. Çünkü bu göçmenlik meselesi evrensel bir sorun. Mesela Almanya'ya giden işçilerimiz de Gece'de kendilerinden bir şey bulabilir. Göçmen olmak, aidiyet sorunu yaşamak bunun sonucunda savrulmakla ilgili Gece.
- V. A: Mert çok doğru söylüyor. Bu yaşadığımız sorunları görmemek için kör ve sağır olmak gerek. Gece bu ülkenin toplumsal gerçeğini bir aile üzerinden anlatıyor. İnsan odaklı ama sert bir hikaye...
AY NE GECESİ? ANNEYİM BEN
Auteur yapımcı olmak istiyorum (Gülüyor). Sinemanın her şeyini seviyorum. Sette çay da dağıtırım, ışık da yaparım... Bu film için kilo aldım. 65'e çıktım. Şimdi dokuz kilo verdim normal kiloma döndüm
- Gece insanı mısınız?
- N. Y: Ay ne gecesi, çocuğum var benim. En geç 24.00'te yatar sabah 07.00'da kalkar çocuğumu okula gönderirim.
- V. A: Duruma göre değişiyor. Gecenin o sakinliğini severim mesela.
- M. F: Az uyurum. Gece 03.00'teyatıp 08.00 gibi kalkarım. Bir şey yazacaksam, okuyacaksam gece daha verimli oluyor. Ama sabahı yaşamayı da seviyorum.
- Unutamadığınız bir gece anınız...
- V. A: Kağıthanede bir setteyiz. Sesci bir abimiz var, en büyük hobisi polis telsizi dinlemek. Bir gün ben de ona katıldım. Ama duyduklarıma inanamadım. İstanbul'da her saniye yaşanan olay karşısında şoka girdim desem yeridir. Hani karanlık çökünce kötülük çıkar derler ya... Onun gibi... Dayanamadım.
- M. F: Birden gelmiyor aklıma. Yengemin doğumu var ama o dayımın anısı...
N. Y: Diyarbakır'da Sultan dizisinin çekimindeyiz. İlk gün, gece çekime başladık çalışıyoruz. Bir patlama sesi duyduk, çok yakında. Birden herkes bağırmaya ve ağlamaya başladı. Koşanlar, saklananlar... Ses bombasıymış, o gece set iptal edildi. Ama biz orada 20 bölüm dizi çektik.
NEJAT "ANNEMİN ÜNLÜ OLMASINI İSTEMEZDİM" DEMİŞ...
- Nurgül Hanım, oğlunuz Nejat büyüyor, bu sizin yaşantınızı nasıl etkiliyor?
- N. Y: Hayatımın merkezinde şu an Nejat var. O bir şey deyince dünya durur benim için. Dün veli toplantısına gittim. Bir anket yapmışlar çocuklara "Neyi istemezdiniz?" diye sormuşlar. Nejat da "Annemin ünlü olmasını istemezdim. Hiçbir yere gidemiyoruz, nereye gitsek kameralar var" diye yazmış. Çok üzüldüm, rehber öğretmenin karşısında ağladım. Öte yandan da bu da hayatımızın bir gerçeği. Sonra oturup konuştum Nejat'la.
- Sizin çocuk planınız var mı?
- V. A: Bu planla olacak bir şey değil sanki... Bana öyle geliyor. Gerçi ben planlı bir insan olamadım hiçbir zaman. Kısmet diyeyim.
- M. F: Ben taammüden yapmak istiyorum. Üç-beş yıl içinde bir çocuğum olsun istiyorum.
EGO BU SETE GİREMEDİ
- Erden Kıral performanslarınızdan çok memnun kalmış?
- N.Y: Mesela Vildan muhteşem oynuyor. Onunla oynadığım için çok şanslı hissediyorum.
- Nasıl bir abla kardeştiniz?
- V. A: Gerçek gibi. Onu hissettim. Hiçbir şey sahte değildi. Ben prova yapan yönetmenlerle çalıştım. Erden Hoca prova yapmadı. Mert'le de Nurgül'le de senaryolarımızı alıp birlikte çalıştık.
- N. Y: Valla herkes egosuzdu sette, bu da filme pozitif olarak yansıdı. Mert kafası çok açık, paylaşımı yüksek, uyarıcıydı... Çok keyif aldım.
- M. F: Hepimiz çok keyifle ayrıldık setten. Zaten ego işin içine girseydi bu kadar keyifli çalışamazdık. Vildan, sinemada erkenden güzel başarılar elde etti. Nurgül de keza öyle. İki kadının da filmografisi inanılmaz. Ayça Damgacı, Teoman Kumbaracıbaşı, İlyas Salman, Nur Sürer, Hakan Yufkacıgil... Hepimiz sinemacıyız. Herkesin bir tecrübesi var, bu büyük bir enerji veriyor, paylaşımı arttırıyor. Mesela sete girmeden önce Nurgül, ben, Erden Hoca oturup senaryo üzerinden tekrar geçtik. Bu çalışma sette çok işimize yaradı.
KÜRTÇE, LAZCA VE RUSÇA ÖĞRENİYORLAR
Bu coğrafyanın dilleri bunlar. Laz ve Kürt arkadaşlarım var, kendim öğrenip onlarla pratik yapıyorum
- Mert Bey, bu kadar üretken olmak, sinemada, tiyatroda TV'de aktif bir şekilde yer almak yıpratıcı oluyor mu?
- M. F: Sinema ve tiyatroyu iş gibi görmüyorum. Hobi gibi geliyor. Yapmak istediklerimi yapıyorum. Okul zamanından beri bir de böyle bir temponun içindeyim. Yani yoğunluk 'şimdi film var ona hazırlanıyorum, yarın oyun provası var' falan gibi strese dönüşmüyor bende.
- Vildan Hanım sizin için durum nedir?
- Şu sıralar Mert gibi yoğun değilim. Ben de kendi kendime yoğunluk çıkarıyorum. Okumayı, izlemeyi seviyorum. Sinemanın içinde olmayı seviyorum. Şu aralar mesela Lazca ve Kürtçe öğreniyorum. Müzik yapmaya çalışıyorum, küçük hikayeler yazıyorum. Yerinde duramayan bir insanım.
- Filmden dolayı mı Kürtçe öğrenmek istediniz?
- V. A: Yok, merak ediyordum. Bu coğrafyanın dilleri bunlar. Dostlarımla, arkadaşlarımla bu dilleri konuşmak istiyorum. Laz ve Kürt arkadaşlarım var, kendim öğrenip onlarla pratik yapıyorum.
- M. F: Ben kursa gidiyorum. Zaten uzun zamandır öğrenmek istediğim bir dildi. Yeni çekeceğimiz bir film vesile oldu. İlk derse gittim.
- Nurgül Hanım sizin Kürtçe öğrenme gibi bir düşünceniz var mı?
- N. Y: Yok biz Rusça öğreniyoruz. Çocuklu ve bakıcı ailelerde yeni tred bu. Çünkü bakıcılardan dolayı çocuklar Spokoynoy noci (Rusçada İyi Geceler demek) diye uyudukları için Rusça özel ilgi alanıma giriyor. (Gülüyor).
"ABİ BİZİM ÖDÜLÜMÜZ YOK!"
- Nurgül Hanım sevdiniz mi yapımcı olmayı?
- N. Y: Sevdim. Devamı gelecek. Erden Abi ile silikozis hastalığı üzerine bir film yapmayı düşünüyoruz. Bir başka arkadaşımla aşk filmi çekeceğiz. Auteur yapımcı olmak istiyorum (Gülüyor). Sinemanın her şeyini seviyorum. Sette çay da dağıtırım, ışık da yaparım... Tamam oynamak çok keyifli ama mesela bu filmin kurgusuyla uğraşmak, fragman yapmak, afişini çıkartmak da inanılmaz keyif verdi bana.
- M. F: Bir filmi ortaya çıkarmak zor. Mesela İlksen (Başarır) ile yaptığımız üç filmimiz var. Ama bunun dışında başka arkadaşlara destek olmayı da seviyorum. Aslolan üretimin nitelikli olması.
- Berlin Film Festivali'ne de başvurmuşsunuz.
N. Y: Evet başvurduk. Erden Abi "Benim ödülüm var boş verin" demişti ama "Abi bizim ödülümüz yok" deyince kararını değiştirdi. İzlemişler filmi, beğendikleri kulağımıza çalındı. Bugün yarın bir cevap gelir. Ama biliyorsun Berlin için filmin gösterime girmemesi önemli. Belki yan bölümlerde gösterilir.
- Cannes'a gittiniz bir de Berlin'de kırmızı halıda yürüyelim diyorsunuz?
- N.Y: Arkadaşlarımla birlikte yürümek isterim. Neden olmasın?
- Siz çileli ve güçlü kadınları oynuyorsun. Burada karakterin güçlü, mücadeleci olması mı cazip geliyor size?
- N. Y: Galiba öyle. Mesela en çok zorlandığın rol hangisi dersen Adem'in Trenleri filmindeki Hacer karakteri derim. Her şeyi içine atan, pasif bir karakterdi. Ben elini kolunu kullanmayı, büyük oynamayı, dışa dönük olmayı seviyorum. Öteki türlü de oynarım, neticede oyuncuyum. Kilo alırım, kilo veririm.
- Kilo? - Bu film için de kilo aldım. 65'e çıktım. Şimdi dokuz kilo verdim normal kiloma döndüm.