HZ. MUHAMMED: ALLAH'IN ELÇİSİ
Hz. İsa ve Hz. Musa'yla ilgili onlarca film olmasına rağmen Hz. Muhammed ile ilgili elde sadece Mustafa Akkad'ın yönettiği Çağrı'nın olmasının sebebi olarak genelde İslam dünyasının sinemayla kurduğu ilişki gösterilir. Oysa İslam coğrafyasından çıkan yönetmenler dünya sinema tarihine geçen filmlere imza atacak kadar usta sinemacılardır. Ama söz konusu Hz. Muhammed ve İslamiyetin ilk dönemi olunca Müslümanların genel hassasiyeti nedeniyle bu konulardan uzak durulur. Yani kutsal olana pek ilişilmez. İranlı usta yönetmen Mecid Mecidi zor bir işin altına elini sokarak Hz. Muhammed'in hayatını anlatacağını açıkladığında bu hassasiyet yine gündeme geldi. Peki bu hassasiyetler düşünülerek Hz. Muhammed üzerine bir film çekmek mümkün mü? Yönetmen bu sorunun ışığında hareket ederek ezberleri bozuyor ve Çağrı'nın yanına iliştirilecek bir film ortaya koyuyor Hz. Muhammed: Allah'ın Elçisi filminde.
MÜSLÜMAN DÜNYASININ HASSASİYETLERİ
Film, Hz. Muhammed'in Mekke'de peygamberliğini ilan etmesi süreciyle başlasa da aslında doğumunu ve 14 yaşına kadar olan yaşamını ele alıyor. Hz. Muhammed'in yaşadıkları üzerinden de dünyaya İslam'ın barış ve adalet hükmolsun diye gönderildiğini savlıyor. Hz. Muhammed'in ağırlıklı olarak vücudu arkadan gösterilerek (yüzü gösterilmiyor) bazen de üst açılar kullanılarak yaşadıkları anlatılırken, konuşması altyazı olarak veriliyor ve sesi kullanılmıyor. Bu Mecidi'nin Müslüman dünyasının hassasiyetlerini son derece önemsediğinin net bir göstergesi. Zaten ciddi bir kaynak araştırması yapılarak yazılan senaryo var elde. Peygamberin dedesiyle, amcalarıyla, annesi ve süt annesiyle ilişkileri ve onun peygamber olacağını anlayıp peşine düşen kimi Yahudilerden kaçmasıyla şekilleniyor film. Bu süreçte Hz. Muhammed'in gördüğü haksızlıkları yok etmek için mücadele etmesi ve gösterdiği mucizeler filmin en etkileyici noktaları.
BARIŞ VE ADALET VURGUSU
Mecid Mecidi dört dörtlük bir sinematografiyle, epik bir anlatımla Hz. Muhammed ile ilgili Müslümanların bildiği hikayeyi etkili bir şekilde sinemaya aktarıyor. Burada görüntü yönetmeni Vittorio Storaro'nun ustalığını konuşturup mükemmel bir iş çıkardığını da söylemek gerek. Filmde Müslümanlığın ne olduğu ve ne olmadığı yönünde üstü örtük cevaplar da gizli. Barış ve adalet vurguları, komşu hakkının altının çizilmesi, dinler arasındaki diyalog ustaca senaryoya yedirilmiş. Hikaye bağlamından ve anlatılardan koparılmadan bu meselelerin altınının çizilmesi de aslında günümüz dünyasına bir mesaj olarak okunabilir. Ki bu durum filmi özellikle İslamofobiye verilmiş güzel ve etkili bir cevap haline getiriyor.
SEMİH KAPLANOĞLU JÜRİSİ NEDEN MAVİ BİSİKLET'E ÖDÜL VERDİ?
Antalya Film Festivali bitti ama Semih Kaplanoğlu başkanlığındaki jürinin Ümit Köreken'in Mavi Bisiklet'ine En İyi Film ödülü vermesi nedeniyle yaşanan tartışmalar hâlâ sürüyor. Aslında söz konusu Antalya olunca jürilerin ezber bozan kararlarının çok olduğu hafızalar zorlanınca görülür. Bu kararların doğruluğunu ise zaman belirler. Mesela yıllar içinde Türev, Güzel Günler Göreceğiz ve Pazar-Bir Ticaret Masalı filmleri güçlü filmlere rağmen En İyi Film ödülüne değer görülen yapımlar oldu. Ve bu kararlar günlerce tartışılmıştı. Ama zaman içerisinde bu filmlere değil onların rakiplerine daha fazla ilgi oldu, kıymet verildi. Kaplanoğlu jürisi de bir karar verdi. Malum jüri kararları tartışılsa da nihayetinde saygı duymak esastır. Kararları zamana yatırmak en iyisi onun için. Bakalım Ümit Köreken ve Mavi Bisiklet'in akıbeti ne olacak. Köreken için iyi bir başlangıç mı olacak? Bunu zaman gösterecek. Ama tören sonrasında Köreken'e yekten sordum. "Bu sorumluluğu taşıyabilecek misin?" diye... Cebinde yine çocuklarla ilgili projeler olduğunu söyledi ve tek atımlık bir barut olmadığını anlatmaya çalıştı. Peki Semih Kaplanoğlu jürisi bu filme neden ödül verdi? Öncelikle yarışan her film detaylı bir şekilde analiz edilmiş. Kaplanoğlu filmi çok sevmiş ve zaten ödül töreninde "Küçük bir yürekte göveren aşk, dünyayı değiştirebilir mi? Ya da yoksulluğun ve yalnızlığın yok edemediği umut, adaleti ve demokrasiyi getirebilir mi? Bu film, bu sorulara evet diyor. O yüzden Mavi Bisiklet" diyerek gerekçelerini açıklamıştı. Ama törenden sonra konuşunca "Rahmetli Ahmet Uluçay'ı yanımda hissettim filmi izlerken" dedi. Yani ödülü Uluçay samimiyetiyle yoğrulmuş, umuda ve adalete ve demokrasi mücadelesine vermek istemişler. Peki ya yarışmanın en güçlü favorisi Yeşim Ustaoğlu'nun Tereddüt'ü?.. Jürinin yabancı üyelerinin bile ciddi itirazları olmuş filme. Ama başka yabancılar da çok sevdi filmi. Malum Hugh Hudson başkanlığındaki Uluslararası Yarışma jürisi En İyi Film ödülü verdi. Zaten Andie Mac- Dowell ile söyleşi yaptığımda filmi övmelere doyamamıştı. Söyleşi yayımlandığında jüri kararları açıklanmadığı için yazmamıştım. Bunu da yazayım da kayıtlara geçsin. Lakin ne Mavi Bisiklet ne Tereddüt; bence festivalin kazananı genç oyuncu Ecem Uzun oldu.
ERDOĞAN'DAN VİZONTELE GÜNLERİNE DÖNÜŞ
EKŞİ ELMALAR
Yılmaz Erdoğan'ın sinemada ulaştığı nokta biraz da Kelebeğin Rüyası'ndaki açılış sahnesinde gizlidir. Ki bu film de filmografisinin en iyisidir. Fakat Erdoğan, Ekşi Elmalar'da, Kelebeğin Rüyası'nda bıraktığı noktadan Vizontele günlerine gitmiş gibi adeta. Dedesinin ve teyzelerinin hikayesini anlattığı filmin cümlesi aslında Onat Kutlar'ın bir hikayesindeki bir sözü hatırlatıyor: Zorla düğme dikilmez! Erdoğan'ın prensipler abidesi dedesi bütün hayatını her şeyi ben bilirim edasıyla, ki bazı şeyleri biliyor ama her şeyi değil, yaşadığı için kızların hayatına sert müdahaleler yapıp onların uzun vadede mutsuz olmasını sağlıyor. Otoriter ve sert baba onları çok sevmesine rağmen en temelinde kızlarına bir gram özgürlük alanı tanımıyor. Film de kızların gözünden bunu babalarına anlatma sürecini konu ediyor. Vizontele ve Vizontele Tuba gibi bol diyaloglu, dışa dönük oyuncu performanslarına yüklenen, mizahı elden bırakmayan, müziğin hiç eksik olmadığı bir film Ekşi Elmalar. Ama Organize İşler sonrasında Erdoğan'ın yürüdüğü sinema yolu düşünülürse Ekşi Elmalar bu yolda öğrendiklerini yansıtamadığı bir film gibi duruyor. Baba ile kızlar arasında bir türlü ortaya çıkamayan çatışmanın olmaması dramatik yapının kurulamamasına neden oluyor ve biz çatışmasız bir film izliyoruz. (Hani hikayede çatışma yokmuş denilebilir ama o zaman da bu hikaye sinemaya uygun değilmiş denilir.) Yazarlığı yönetmenliğinden önce gelen Erdoğan için şaşırtıcı bir durum bu açıkçası. Neticede güçlü görselliği, oyuncu performansları ile bir Yılmaz Erdoğan filmi hissi verse de senaryodaki zaaflar filmin elini zayıflatıyor. Ve naçizane Ekşi Elmalar Yılmaz Erdoğan filmografisinin zayıf bir halkası olarak kalıyor.