Zarif, sade ve tarz... Ebru Akel'i anlatmak için bu üç kelime yeter sanırım. Bale geçmişi, duruşuna tarzına yansımış. Doğum yaptıktan sonra ekranlardan uzak kalan Akel, iki kızkardeşinin teşviğiyle kendi markasını yarattı.
Arnavutköy'de sıcacık bir mekanda, Curtis'te buluştuk... Arka fonda Arnavuköy'ün beyaz ahşap evleri eşliğinde, kendi tasarımı kıyafetleri ile harika bir çekim yaptık. Ve ardından keyifli bir sohbet...
- Güzel bir aileniz var. Hayat yolculuğunuzun güzel geçtiğini düşünüyor musunuz?
- Eşim yaptığım her şeyi destekleyen
biri. Tercihlerim, neyi
yapmayacağımı daha iyi bilmem
ve vakit farklı bir önem kazandı.
Çünkü ben yaz-kış durmadan çalışan
biriydim.
- Çocuk nasıl değiştirdi sizi?
- Daha duyarlı oldum, daha
vicdanlı oldum diyemem. Bunlar
sanatçı ruhumun derinliklerinde
hep vardı. Müzikten, resimden,
çiçekten etkilenen bir balık
burcuyum. Çocukla beraber bu
dünyanın içine çok fazla masumiyet
girdi. Onun alanına girip
keşfetmek ayrı bir güzellik sağladı.
Çocukla birlikte yenilendim,
zenginleştim, masumiyeti tekrar
hatırladım.
- Aileyi büyütmeyi düşünüyor musunuz?
- Kendime sorduğumda
"Hayır" diyemediğim bir konu.
Olabilir tabii. Kariyer ve çocuk
bir arada yürütülebilir. İki-üç yıl
uzak kaldım, bu bir şey kaybettirmedi,
aksine ne isteyip, istemediğim
konusunda netleştim.
- Eşiniz nasıl bir baba? Nasıl bir eş?
- Biz tanıştıktan dokuz gün
sonra, hiç ayrılmamacasına bir
yola çıktık. Her şey çok hızlı gelişti,
bir buçuk yıl sonra da evlendik.
Zekasıyla, bilgisiyle, donanımıyla
hayat görüşümü, hayata
bakış açımı kuvvetlendiren, daha
fazla güven veren ve yükselten
biri. Dolayısıyla "Özer'den müthiş
bir baba olur" diye içimden
geçirdiğim her şeyi, her geçen
gün ispatlıyor. Onun için de çok
mutluyum. Çok ilgili, çok düşkün
bir baba.
- Bir sanatçıyla olmak onun açısından zor mu?
- Hiç değil. Çünkü
o profesyonel bir
seyircidir, çok okur.
Çok ortak yönümüz
var. Kızkardeşinde
ve kendisinde de
sanata ilişkin müthiş
bir yetenek var.
Sanattan çok uzak
değiller.
- Neden eşinize aşık oldunuz. Onda sizi çeken unsurlar neydi?
- Sadelik, rafinelik, dünyaya
açılmış bir göz, beni böyle kabul
edebilecek, her şeyimle destekleyecek
olgunlukta ve kendine
güvenen bir adam olması. O beni
ekranda izlemeyi çok seviyor
ama daha üretken, yaratıcılığımı
daha çok ortaya çıkaracak işlerde
olmamı tercih ediyor. İranlı bir
yönetmenden teklif aldım. Amerika'da
Martin Scorsese'le ortak
yapacakları bir filmde oynamamı
teklif etti. Fotoğraflarım Scorsese'in
önündeydi... Filmde rol
alacak isimlerden biri de Natalie
Portman'dı. Üç ay New York'ta
kalmam gerekecekti. Bunu sonuna
kadar destekledi. Gidiyorduk
oraya... Ama film maalasef ertelendi,
senaryo sorunları çıktı.
Olmadı ama eşim o süreçte oraya
gidip yaşamamız konusunda sonuna
kadar destekti.
- Bale kariyerinize sağlık sorunları nedeniyle ara verdiniz, uzun süre dans edememek içinizde kaldı mı?
- Tabii. Bale çok uzun ömürlü
bir meslek değil ama benim dönemimdeki
insanların zımba gibi
sahnede olduğunu görmek mutlu
ediyor. Oysa o dönem belimle
ilgili tedaviyi halledip dönebilirdim
baleye ama hayat farklı
bir yolla çıktı karşıma. Başıma
farklı şeyler gelmeye başlamıştı.
O dönem bale sanatçısı olarak
İzmir'den İstanbul'a gelmiştim ve
burada yer edinmek çok kolay değildi.
İstanbul Opera Balesi'nde,
çekingen bir halde, barın kenarında
kendime yer bulmaya çalışırken,
yer vermedikleri oldu... Her
meslekte oluyor böyle şeyler. Küçük
yaşta bunları görerek, sindirerek,
o hali anlayarak büyüdük. Bu
hali İstanbul'da görünce dışarda
ders almaya başladım. Çünkü
devlet sanatçılığı sınavına girmek
istiyordum. Tam onlara hazırlanırken,
belimde bir rahatsızlık
ortaya çıktı. Ama bana daha güzel
yollar açıldı, almış olduğum eğitim
de buna katkı sağladı.
Hayat daha sade, zevkler daha rafine
- Nereden çıktı böyle bir koleksiyon oluşturma fikri?
- 15 yıldır sektördeyim. Aslında daha gerilere de gider bu hikaye. 2000 yılında ilk kez bir güzellik yarışmasında sunuculuk yaptım, dizlerim birbirine çarpıyordu (gülümsüyor). Kaldı ki aynı güzellik yarışmasına o tarihten iki yıl önce kendim katılmıştım. 20 yaşında tüm bu işlere girmem büyük bir şanstı. O zamandan beri iş anlamında hızlı bir tempoda geçti hayatım. Bu süre içinde ismimi bilen kitleler arttı. İnsanlar beni sevdiler. Yıllar içinde bir tarzım oluştu. O sürede fark ettim ki, beni takip eden kitlenin benimle ilgili merak ettiği en önemli konulardan biri, giydiklerim, tarzım oldu. Tesadüftür ki, yaptığım ilk program da bir moda programıydı.
- Siz de seviyorsunuz ama modayı... -
Kendi halim de biraz renklidir. Bale geçmişim, kostümlerin, dekorun, sahnenin içinde olmam bunda etkili. Rengi, modayı yaptığım işle ayrılmaz bir bütün olarak görüyorum. İnsan sadece kendi sahip olup, üzerine geçirebildiği şeyi yansıtabilir, öbür türlü mış gibi olur. Sevdiğim şeyi taşıyabiliyorum. Kendime yakıştırdıklarımdan, süzdüklerimle bir tarzım oluştu. Akel's by Ebru Akel'i üç kardeş olarak hayata geçirdik.
- "Eyvahhh bunu nasıl giymişim?" dediğiniz şeyler var mı?
- Ciddi bir assolist edasıyla ekranda olduğum görüntülerim var. Ama hayal dünyamı genişleten en önemli insan Tuvana Büyükçınar'dır. Onunla birlikte büyüdük. Belli dönemlerde farklı tarzlar öne çıkıyordu. Artık her şey şekil değiştirdi. İnsanlar artık doğallaşmaya, daha az makyaj yapmaya, daha az aksesuvar kullanmaya başladı. Hayat sadeleşti.
- Bir kadının görünümüyle ilgili yolculuğu aşamalardan geçiyor. Bunun da bir olgunluk seviyesi var, sizinki şimdi mi?
- Kesinlikle. Moda kurbanı asla olmadım. Ne giyersem giyeyim taşıyabiliyorum, böyle bir avantajım var. Sahne üzerindeyken bana giydirilen her şey kostümdür. Bunun ne olduğunun önemi yok.
- Normal hayatınızda asla giymem dediğiniz bir şey var mı?
- Genel olarak takım etek, ceket insanı değilim. Günden geceye taşınabilen kıyafetleri seviyorum. Ayakkabımı değiştirdiğimde ya da bir küpe taktığımda geceye hazır olmak istiyorum. Şıklaşmak için çok büyük çaba sarfetmek istemediğim bir dönemde bu koleksiyon hazırlandı. Genç tasarımcılarla çalışıyoruz ve onların bakış açısı hoşuma gidiyor.
- Her kadının hayatında, ona moda anlamında ilham olan biri vardır. Sizinki kimdi?
- Annem çok önemli bir figür. Kendimi bildim bileli, kırmızıyla kızıl arasında iddialı bir saç rengine sahip, fuşyanın en parlağını, yeşilin en renklisini giyebilecek bir cesarette kadındır. Annem benim için merak konusudur. Renklerle oynama cesaretine, onu görerek ulaştım.
Küçüklüğümde onunla terziye gittiğim günleri hatırlıyorum. İrfan Amca diye bir terzisi vardı, akşamüstleri giderdik. Annemin hayal ettiği şeyleri tasarlardı. Kumaşlar seçerlerdi. Kadının güzelleşmek uğruna bir süreçten geçmesi gerektiğine, kendini önemsemenin, yakışanı seçmenin önemine dair algım o yıllardan kalma... Baleyle başlayıp, oyunculukla pekişen bir yolculukla bugünkü kıvama geldim. İnsanın ruhunda ne varsa görüntüsüne o yansır.