Türkiye'nin en iyi haber sitesi
NUR ÇİNTAY

Bu bahçede konser bir tür terapi!

Hâlâ İstanbul’da mıyız diye çimdikleten bir vaha burası; masallara layık bir bahçe, orman. Almanya Sefareti Tarabya Yazlık Rezidansı, İKSV’nin bazı konserlerini de ağırlıyor. Caz Festivali’ni fırsat bilelim, semtin adının da izinde ruhumuzu besleyelim...

Boğazın serin sularını ve şehrin sıcak asfaltını arkanızda bırakıp demir kapıdan içeri gireceksiniz.
Titiz bahçıvanların yonttuğu bakımlı bir bahçe karşılayacak sizi. Solda beyaz bir köşk göreceksiniz.
Cihannümasına şaşkınlık ve hayranlıkla bakacaksınız.
İlerleyin. Yol sizi düzenli bir bahçeden, dengelerin sarsıldığı, simetrilerin bozulduğu bir ormana götürecek. Azman ağaçlar, gün boyu eriten güneşle aranıza girecek. Yoksa bu yol Karanlıklar Prensi'nin şatosuna mı gitmekte? Rutubetli serinlik ürpertecek.
Yolun sonuna doğru, sol tarafta, yan yana, art arda dizilmiş sandalyeler göreceksiniz.
Yerinizi bulun ve oturun. Biraz sonra uğrayacağınız lezzetli saldırıya hazırlanın.
Sahneye önce bir 'çocuk' çıkacak.
Şaşıracaksınız. "Orman perisi mi, yoksa caz yapan bir Peter Pan mı bu" diyeceksiniz.
Ama sakın genç (22 yaşında ama daha da küçük gösteriyor) diye küçümsemeyin.
Müziğin babalarından Quincy Jones onun için "82 yaşıma geldim, Jacob kadar yeteneklisini görmedim" demişti geçen yıl. Müziğin önümüzdeki dönemine damgasını vuracak olan Collier'i henüz kariyerinin başlarındayken dinlemek ne büyük şans!
Sonra ara verilecek. İyice soluklanın! Çünkü sahneye bir yaratık çıkacak. Dişi bir yamyam!
Kocaman, kırmızı ağzını açtığında fışkıran sesler kulağınızdan girip benliğinizi ele geçirecek. Ruhunuzu ısıracak!
Zevkten hazza savrulup coşacaksınız.
Yaklaşık bir saat sonra susacak.
O sahneden çekilirken siz, artık posası çıkmış olan siz, avucunuz kızarana kadar alkışlayacaksınız Mvula adlı müzik canavarını...

ZEHİR DEN ŞİFAYA...
Bütün bunlar 22 Temmuz Cuma akşamı, İstanbul Tarabya'daki Almanya Sefareti Yazlık Rezidansı'nda olacak. Hani Sultan İkinci Abdülhamit'in 19'uncu yüzyılın sonlarında Almanya'ya tahsis ettiği muhteşem konağın arka bahçesinde...
Konağın geçmişi İkinci Selim'e (1524-1574) kadar uzanıyor...
Padişahın bu beldeyi çok sevdiği biliniyor hatta.
Peki ama hâlâ eski adı kullanılsaydı, yani 'Fermakeos' (zehir, ilaç) denseydi, yine de beğenir miydi?
Kim bilir? Bildiğimiz şu:
Tarabya'nın adı yöredeki şifalı sulardan da ilham alarak 'Therapia' (şifa, tedavi, terapi) olarak değiştiriliyor. İkinci Selim ise hem sesten, hem de anlamdan hareket ederek olsa gerek, buraya 'Tarabiye' (sevinilen, coşulan, şenlikli yer) diyor.
Zaman içinde birçok devlet (Fransa, İsviçre, Danimarka) özel izinle Tarabya ve civarında yazlıklar ediniyor. Almanya'nın Yazlık Rezidansı işte bu trendin son halkası.
Nerede peki tam olarak?
Sırtınızı Büyük Tarabya Oteli'ne verip yanı başındaki marinaya doğru bakın. Hemen karşınıza gelen, koyun öteki ucundaki beyaz, ahşap yapı...
Binanın, eskilerin 'cihannüma' dedikleri 'seyir kulesi' hemen dikkatinizi çekecek zaten.

BU ORMAN İSTANBUL MU?
İstanbul Kültür Sanat Vakfı, birkaç yıldır rezidansın bahçesinde konserler düzenliyor.
Etkinlikler daha önce ön tarafta, yani ehlilleştirilmiş kısımda yapılıyordu.
Bu yıl ise sahne, büyük bahçenin derinliklerine, ormandan farksız olan kısımdaki açık bir alana taşındı. Geçenlerde İstanbul Müzik Festivali'nin 44'üncüsü kapsamında sahne alan Isabelle Van Keulen ve arkadaşlarının 'Yeni Tango' yorumlarını işte burada dinledik ve mest olduk. Nasıl yani, burası İstanbul mu diye aralarda kendimizi çimdiklediğimizi de ifade edeyim!
Diplomatik alanlara elinizi kolunuzu sallayarak giremezsiniz, malum. E peki o zaman rezidansın şahane bahçesini nasıl göreceksiniz?

KİMİN NESİ BU MVULA?
Buyrun size fırsat: Londralı Jacob Collier ve ardından yine bir İngiliz şarkıcı, Laura Mvula, bu ayın 22'sinde işte orada sahne alacak. İKSV'nin düzenlediği İstanbul Caz Festivali'nin 23'üncüsü kapsamında.
Mvula'nın müziğini oluşturan soul, gospel, saykodelik gibi türlere bayılmasanız bile, sırf o bahçede iki saat geçirmek, moda tabirle 'bahçeyi deneyimlemek' için bile bu konsere gidilir.
Laura hanım 1986'da Birmingham'da doğuyor. Siyah tenli bir varoş kızı. Çocukluğunda müzikle haşır neşir oluyor. Ne de olsa babası Jamaikalı.
Konservatuarı bitiriyor.
Arada şarkı sözü yazıyor. Bir otelin resepsiyonunda çalışırken, hazırladığı iki demoyu müzik sektöründen ulaşabildiklerine gönderiyor.
Besteci Steve Brown şarkılardan etkilenip menajerini uyarınca Mvula'nın çıkışı başlıyor (Tuhaf soyadı nasıl mı söyleniyor? Baştaki 'M' harfini, 'Mu' gibi okuyacak ama 'u'yu da arada yutacaksınız).
Üç yıl önce Sing to the Moon (Şarkılarını Ay'a Söyle) albümüyle çıkış yapıyor. İkincisi ise çok taze: 17 Haziran 2016'da piyasaya sürülen The Dreaming Room (Rüya Odası).
Dazlak kafalı, köfte dudaklı Mvula'nın güçlü, sağlam, tınısı farklı bir sesi var. YouTube'daki videolarına baktık ve muhakkak izlememiz gerektiğine karar verdik. Yavaş parçaları etkileyici, hızlı parçaları çarpıcı!
Galiba en çok Green Garden, That's All Right ve Phenomenal Women'ı sevdik.
Tarabya'da görüşelim...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA