Türkiye'nin en iyi haber sitesi
AHMET ÖRS

Lezzettin zaferi

Yıllar önce Avusturya'nın önemli bir pasta ustası ülkesinin kültür elçisi olarak elmalı ştrudel denen Viyana tatlısının yapılışını göstermek üzere Türkiye'ye gelmişti. Usta, İstanbul'un büyük otellerinden birinde sunumuna başlamadan önce Türklere, bu tatlıyı ülkesine kazandırdıkları için teşekkür etti. Viyana kuşatmasının ardından Viyanalı pasta ustalarının Türklerin baklavasından esinlenerek yarattıkları ştrudel, tarçınlı elma püresine sarılmış baklava yufkasından başka bir şey değildi. Viyanalı pastacı hamuru birkaç kez havaya fırlatarak usta katmerciler gibi elde açtı; Ben ise hiçbir zaman bu kadar ince açamayacağım bir hamur tatlısının nasıl yapıldığını daha fazla izlemeden otelden ayrıldım.
Avusturyalıların o dönemde en büyük düşmanları Türklerden esinlenerek mutfaklarına kattıkları sadece ştrudel değildi; hilal şeklindeki kruvasan, ayçöreği ve de en önemlisi, Türk kahvesi de aynı yıllarda Avrupa'nın mutfak kültürüne bir daha çıkmamak üzere girmişti. Ştrudel sunumundan sonra hep düşündüm; bir ulus kendine kan kusturan bir başka ülkenin yiyeceklerini nasıl oluyor da onların tehdidi ortadan kalkar kalkmaz, sıcağı sıcağına benimsiyor, hatta kalıcı bir modaya dönüştürebiliyordu?
Araştırdım, ilginç örnekler buldum. Örneğin 40 yıl düşünsem, dünyanın bir numaralı zeytinyağı üreticisi İspanya'nın zeytinyağını geç Ortaçağ'da, 711-1492 yılları arasında ülkelerine egemen olan Müslüman Araplardan öğrenip, benimsediklerini akıl edemezdim. O dönemde Hıristiyan İspanyollar evlerinde domuz yağı ve tereyağı kullanıyorlardı. Müslüman Araplar ise Ortadoğu'dan getirdikleri zeytin ağaçlarının meyvesinden sıktıkları zeytinyağını tüketiyordu. Bugün bu ülkede hüküm sürmüş Arapların izine rastlamak için epey aramak gerekiyor ama dünyanın en büyük zeytinyağı üreticisi olmakla öğünen İspanyolların kendileri bile bunu bir zamanlar en büyük düşmanları olan Araplara borçlu olduklarının farkında değiller.

MUTFAK KÜLTÜRLERİ KAYNAŞIYOR
Benzer durum Ortaçağ Endülüs devleti bünyesinde yer alan Sicilya'da da görülüyor. Bu büyük adaya, günümüzde mutfaklarının çok önemli malzemeleri, anason, kayısı, enginar, tarçın, badem, badem ezmesi, portakal, nar, safran, susam, ıspanak, şekerkamışı, kuşüzümü, birçok baharat, karpuz ve pirinci öğretmişlerdi.
Bu etkileşim İspanya ve Sicilya örneğinde olduğu gibi hep tek yönlü olmuyor. Güçlü ulus, egemenliği altına aldığı topraklara kendi mutfak kültürünü götürse de, geri dönerken burada tanıştığı egzotik tatları da ülkesine taşıyor. Sınır boylarının farklı yemek kültürünü merkeze yerleşen göçmenler de getirip aşılıyorlar. Sonuçta ezilmiş uluslar kültürel açıdan intikamlarını egemen ülkelerden bir biçimde almış oluyorlar.
Örneğin 19. yüzyılda ABD Meksika'nın ve Karayiplerin bir bölümünü ele geçirdiktan sonra buralara kültürünü, mutfağını götürmesi doğal bir sonuç. Ama ilginç bir şey oldu, İspanyolca konuşan bu insanlar da kendi mutfak özelliklerini Amerikan ulusuna aktardılar. Söz gelimi acı biberli, kıymalı siyah fasulye yemeği 'chili con carne', bugün ABD'nin Teksas eyaletinin adeta ulusal yemeği sayılıyor, hatta 'Tex Mex' füzyon mutfağı Amerika kıtası dışına da aşan bir mutfak ekolüne dönüşmüş durumda.
Geçen ayın başlarında gittiğim Pasifik ülkesi Filipinler 16. yüzyılda İspanya'nın sömürgesi olmuştu. İşgalciler önce kendi Katolik dinlerini buraya aşıladılar, ardından da mutfaklarını. Din mayasının iyi tuttuğu hemen fark ediliyor; halkın büyük çoğunluğu Katolik. Mutfakta ise kısmen başarılı olmuşlar. Bugün Filipin mutfağı yerel özellikler ağırlıklı bir İspanyol mutfağı füzyonu. İspanyolların ünlü pirinçli deniz ürünleri yemeği paella Filipinlilerin de ulusal yemekleri arasına girmiş. Güneydoğu Asya ve Uzakdoğu'da tatlı kültürü yok denecek kadar önemsizken Filipin halkı başta krem karamel tatlısının İspanyol versiyonu krem Katalan olmak üzere, tatlı ve pastalara bayılıyor.

ÜRDÜN'DE TÜRK LEZZETLERİ ŞÖLENİ
Avrupa'nın diğer kolonilerinde de benzer ilginç durumlar gözleniyor. Kuşkusuz o kolonilerde de önceleri efendilerin mutfağı işgal altındaki yerel çevrelerde moda olmuştu. Ama iki yüzyıl geçmeden, eski kolonilerinden gelen göçmenler sayesinde söz gelimi en iyi Hint, Kuzey Afrika ve Endonezya restoranlarını İngiltere, Fransa ve Hollanda'da bulabiliyoruz.
Geçen yıl ikinci kez gittiğim Ürdün'ün başkenti Amman'da yaşadığım bir Türk mutfağı şöleni de beni epey şaşırttı. Ürdün'de bugün hâlâ ülkenin kalburüstü aileleri konuklarını Türk mutfağından örneklerle ağırlamaya özen gösteriyor. Hani bugün bizde Batı tarzı eğitim almış çevrelerin, ikramlarında İtalyan, Fransız mutfaklarını tercih etmeleri gibi. Tattığım bir etli, ekşili yaprak sarması vardı ki, bu kadar başarılısını Türkiye'de bile yememiştim. Osmanlı İmparatorluğu'nun mutfak kültürü, Türkiye Cumhuriyeti'nin 92. yıldönümünde bile eski Şam eyaletinin parçası olan günümüz Ürdün'ünde egemenliğini koruyordu.
Bu gibi örnekleri sayfalarca uzatmak mümkün. O zaman akla şu soru geliyor: Ulusal mutfağımız ve ürünlerinin ne kadarı ve hangileri gerçekten bizim? Acaba başkaları da onların üzerinde hak iddia edemez mi? Bu da bir başka yazının konusu...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA