Geçenlerde muhtarımız telefonla aradı, "Hocam, Türk radyosunun 85. yılıymış. İzmir Radyosu'ndan programcılar sizinle görüşmek istiyorlar" dedi. Bunun üzerine muhtarımızın bürosunda İzmir Radyosu'ndan iki şık ve güzel bayan programcı ile buluştuk. Görüşme için beni niye seçtiklerini sorduğumda da, mesele anlaşıldı. Olsa olsa
yaşı ileri olan birisinden geçmiş ile ilgi bilgi alabiliriz diye düşünmüşler. Onlar sordular, ben anlattım. Türkiye'de
1927 yılında başlayan radyo yayıncılığını genel bilgi olarak bilmekteysem de, yurt genelinde radyo yayını yapıldığı dönemde evine ilk radyo girenlerden birisi olduğumu söyleyebilirim.
MÜZİK YAYINIYLA BAŞLADI
Türkiye'de ilk radyo yayını 1927'de İstanbul'daki Büyük Postane'nin bir odasında ve Ankara'da, Ankara Palas'ın bodrum katında başlatılmıştır. İstanbul'daki yayın gücünün çok düşük olması sebebiyle ancak postanenin kapısının üstüne konulan verici ile müzik yayını yapılmaya başlanmıştır. 1936'ya kadar yayıncılığını sürdüren şirket başarılı olamadığı için sözleşmesi feshedilmiş ve Ankara'nın Etimesgut'daki binasında Türkiye Radyoları ilk resmi yayınına 1938'de başlamıştır. Bilindiği gibi 1938 yılı,
Atatürk'ün hastalığının tedavisine Dolmabahçe'de devam edildiği yıldır. O tarihlerde radyonun en önemli yayınlarından birisi de her saat başı Atatürk'ün sağlık bilgilerinin duyurulmasıydı.
O UFACIK KUTUDAKİ SİHİR
Babamın görevi sebebiyle Elazığ'dayken, özellikle sağlık bilgilerinden haberdar olmak için evimize radyo ilk kez girmiş oldu. Öyle zannediyorum ki, Elazığ'daki 8-10 radyodan biri de bizim evdeydi. Öyle zannetmemin sebebi , Atatürk'ün sağlık bilgilerinin verilmesi sırasında annem radyonun sesini sonuna kadar yükseltir, pencereleri açar ve dışarıda bekleşen yüzlerce kişinin bilgi edinmesini sağlardı. Ama, her seferinde güzel bir gelişmeyi duyabilme ümidi ile penceremizin altında toplananlar,
ümitleri kırılmış halde geri dönerlerdi. Sonunda, 10 Kasım sabahı bu sağlık raporları da verilemez oldu. O ufacık kutunun içine sazcısı ve sözcüsü ile o kadar insanın nasıl girip de konuştuğunu ve müzik yaptığını merak etsem de, bozarım korkusu ile el süremediğim radyonun arka tarafından, yayındakileri görebilmek amacıyla içine bakmaya çalışırdım. O dönemin alıcıları güçlü olmadığından 18-20 metre uzunluğundaki bakır tel anten olarak damlarda, çatılarda bir uçtan öteki uca gerilirdi. Elazığ'daki evlerin çoğunda çatı olmadığından, birbirlerine bitişik evlerin toprak damları bu anten bağlamak için kullanılırdı.
Her çocuk gibi o dönem benim de haşarılık dönemim olduğundan, fırsat buldukça, makasla bakır telleri kesip, telin aşağı doğru "cıv" diyerek süzülmesini görmek çok zevk verirdi. Kuşkusuz, bizim anten teli de komşu çocuklarına aynı zevki vermekten geri kalmamaktaydı. Akşamları babalara hesap vermek işin içinde olsa da, bu haşarılık tekrarlanırdı. Daha önce değindiğim gibi, radyo yayını alanında da çok kısa zamanda
hızlı bir gelişme yaşandı. Elektronik eşya satan hiçbir yerde satılık radyo vericisi bulamazsınız.
ONLAR ARTIK ANTİKA OLDU
Yanlış anlaşılmasın, sözüm radyo yayıncılığının gerilediği anlamını taşımamaktadır. Günümüzde bilgisayar, cep telefonu, hatta televizyondan bile radyo yayınlarını dinleyebilmekteyiz. Rahat bir yere uzanıp, hafif tondan bir Türk musikisi parçasını
radyodan dinlemenin zevkini başka nerede bulabilirsiniz! Hele, direksiyon başında ve uzun yolda arabanızın radyosundan dinlediğiniz bir müzik, yolculuğunuzun yorgunluğunu hissettirmez bile. Evimde ne yapacağımı bilemediğim 1950'lerden kalan radyomu da gelinim "Baba ben antika meraklısıyım" diyerek Ankara'ya götürüp öteki antikalarının arasına yerleştirmişti. Ünlü ses ve saz sanatçılarımızın çoğunun geçmişinde, mutlaka
Türk radyosundaki ilk çalışmaları vardır. Bu özelliği ile radyomuz başlangıçtan bu güne kadar sanatçı yetiştirmekte
övünülecek bir okul özelliğini de taşımaktadır. Bu vesile ile başarılı Türk radyoculuğunun 85. yılını kutlar, daha nice yıllara ulaşmasını dilerim.