Aslında "Büyüyünce ne olacaksın" sorusuyla başlayan...
İlkokul sıralarından itibaren temposu giderek artan...
Üç yanlışın bir doğruyu götürmesinden olsa gerek, yanlış yapmaktan hep korkulan...
Doğru yapmak istenirken de, "Ya başaramazsam" endişesi zihinleri esir alan...
Her sınavdan önce soğuk terler dökülen, sonuçları belli oluncaya kadar da stresiyle insanı için için kemiren...
Bir gelecek kaygısının, hayatı kazanma yarışının tam ortasındadır çocuklarımız ve gençlerimiz.
Kendi ayakları üzerinde durmak için sergilenen mücadelenin en kritik noktası ise, üniversiteye giriş arifesidir.
Yani içinde bulunduğumuz şu günler... "Büyüyünce ne olacaksın" sorusuna asıl yanıtın verileceği, geri dönüşü zor, belki de imkansız seçimin yapılacağı bir dönem bahsettiğimiz.
Yıllar önce benim de yaşadığım bu zor seçimin nasıl bir önem taşıdığını Gediz Üniversitesi'ndeki görevimle birlikte daha iyi anladığımı söyleyebilirim.
Biraz da eğitimci kimlikle konuya bakınca, meselenin boyutları daha da farklılaşıyor, kırmızı kenar çizgileri daha da keskinleşiyor.
Pazartesi gününden itibaren bir milyona yakın genç, ne olacağına, bir başka deyişle ne olamayacağına karar verecek.
Yaşamlara istikamet çizilecek, yön tayin edilecek.
Çok az karar bu kadar bağlayıcıdır herhalde.
Bu yüzden asla tesadüfe bırakılmamalı.
Genç kardeşlerime naçizane önerim, bu hayati kararı almadan önce kendilerini keşfe çıksınlar. "Ben kimim, ne yapabilirim, ne yapamam" sorularına net yanıtlar vermeden, üniversite tercih işlemine asla koyulmasınlar. "Puanım ziyan olmasın" deyip, yaşamlarını ziyan etmesinler. "Ailem ne der" diye çekinip, çevre baskısına geleceklerini kurban vermesinler.
Ve bir bilene mutlaka sorsunlar, danışsınlar.
Üniversite hayali kuran kardeşlerime doğru kararlar, mutlu yarınlar diliyorum...