Kimlerdendi? Yaşı kaç, adı ney, neden ölümüne susar? Bilmezdik.
Gazi Paşa heykelinin olduğu yerler arsayken, oralarda dolanır dururdu, ortalıkta daha ne atına atlamış Gazi Paşa var, ne Cumhuriyet, ne Efes oteli.
Ortalığın tüttüğü zamanlar. Oralar büsbütün yangın yeri. İtalyan
Kanunika Bey daha o muhteşem heykeli yontup oraya dikmemiş. Efes otelinin yapılmasına üüü çok var daha. Kavuşuk, kalın kara kaşlıydı, beline inen saçları iki kalın örük, beli incecik, omuzları, yargını geniş. Gençliğinde sandalla açılıp kürek çektiğini anlatırdı eskiler,
kürek omuzları genişletir, böylelikle bel ince görünürmüş, bu memleketin bazı kızları böyle edermiş. Yaşı yakıştırmaydı, söyleyemezdi ki, anca susardı, garibim, büyük yangında çocukmuş, savrulmuş. Böylesinin babasını Abdullah yazıyorlar, bilirsin, bilmez misin, yazık, yahut Sırzade diyorlar. Meçhulden gelip meçhule gidenler, ama, bak,
zadeganlığı esirgemiyorlar gene de... Sırtına hırkasını alırdı bazen, bazen kirazlı hasır şapkası olurdu başında. Yavruağzı renk bir yağmurluğu vardı, kukuletalı, onunla Kordonboyu'nda yürürdü, dalgın dalgın. Eskiler karaçoyla alıp bırakıldığını anlatırdı, kucağında çiçeklerle dönermiş evine. Sessiz soluksuz her derdini dile getirirdi, "Sesi ne vakit çekmiş gitmiş" der isen, bak onu ben bilemem, kimse bilmez, derler ki, yangında oldu...
TOPUKLULAR
En meşhur entarisi, minik çiçekli organzadandı, belden kloş, nerden bilicem olur mu, ben Kemeraltı'nda terzi Rüstem'in yanında çıraktım, anlardım, üst kısmında büyük bir V yaka, içi desenli kumaşın en açık rengi süt maviden pli pli, pek yakışırdı. Vidalı topuk ayakkabıları yüksek ökçeli. Hatta arkası fitilli ipek çoraplar giyinirdi, çizgisi dümdüz çekili olur- du. Ne vakit ki, belinde önü hayli kalın, arkaya doğru iyice incelen metal kemerli, etek uçları kat kat volanlı eteğini kalçasına kadar sıyırıp da, 'baaak' dercesine jartiyerini göstermeye başladı, onu izlemeyi huy edinen, uzaktan uzağa beğenen, hatta hafiften tıpışlayan şehrin insanı,
eyvah etti... Eyvah ettiğini
gökte uçan kuş bile bildi, yerde karınca bildi...
Bir şey çıt etti koptu, sırça bir kuş yere düşüp kırıldı, evin kızı aklını uçurdu...
HALA BÜFEMDE DURUR
Oyun alanı hep oralardı, dediğim yerler... Fazla uzaklaşmazdı, bir gün Fuar'da balonunu havaya saldı, bir gün sübyecinin arabasının ardına takılıp, bütün gün o hangi sokaklarda gezdiyse, o da oraları turladı. Bu arada güzelim elbiseleri soldu, kendi hep öyle incecikti, sonuna kadar aynılarını giyindi. Jartiyeri yaşlandı, o da zaten takınamaz yaşa geldi, eteğini sıyırıp göstermeyi bıraktı... Sonra işte, çekti gitti, malum,
ömürdür tükenir... Terekesinde bizim
alışık olmadığımız şeyler buldular, atılacakları attılar. Ben likör takımını aldım, yeşil zarif kaideli, kahkaha çiçeği gibi yukarı açılan, kendi su rengindeki, şişesinin karnı tombul likör takımını... Kendine yaraşır bir hoş takımıdı, likör günleri geçti gayrı, içeceğimden değil de, ona saygımdan, sevgimden. Sırzadenin kadehi, büfemde durur,
bakar bakar içlenirim.