Urla kalkınmalı, derken amacım fabrikalarla, gökdelenlerle dolması değildir. İktisadi kalkınmadan başka sosyal, kültürel kalkınma türleri de vardır. Hangi kalkınma türü olursa olsun, planınız projeniz yoksa, sonunda kalkınayım derken
mevcut düzeni de berbat edersiniz. Büyük şehirlerden tutun da köylere kadar meydan (center) denilen bir merkez vardır. Bu, genellikle yerleşim yerinin ortalarına rastlayan geniş bir alandır. Önceden düşünülmemişse, bazı binalar yıkılarak böyle bir alana sahip olmaya çalışılır. Kısa bir süre önce Şeb-i Arus törenini izlemek için Konya'day- dım. Şehir merkezini oluşturmanın ötesinde,
Mevlana Müzesi'nin etrafını boşaltmak için belki
15 futbol alanı kadar yerdeki binaları yıkarak çok geniş ve ferah bir alan oluşturmaktalar.
BETON TAŞ YIĞINI
Kuşkusuz Konya gibi bir büyük şehirle Urla ilçesini mukayese edecek değilim. Sadece her yerleşim yerinin meydanları oluşturmak için uygulamalarda bulunduğunu anlatmak istedim. Bu örneği neden verdim? Bundan 7-8 yıl öncesine kadar Urla'nın da
kendi çapında bir merkezi vardı. Hatta, mevcut alanı bir miktar daha genişletmek için minibüslerin kullandığı alanı da meydana dahil etmişlerdi. Ama, ne olduysa bundan sonra oldu. Yapılmasını uygun bulduğum yer altı otoparkının dışında, genişletilmiş bu alanın tam ortasına ticarethaneleri, alış-veriş merkezlerini içeren pek büyük bir beton ve taş yığınını oturttular. Dünyaca ünlü şehircilik profesörü, hocam
Ernst Egli ikide bir, "Aman çocuklar,
meydanlar şehirlerin nefes borularıdır. Şehirlerin boğazlarını sıkmayın, sıktırmayın" derdi. Bu taş ve beton yığını ilçenin merkezine nefes borusunu tıkar, sıkar gibi oturtulurken hiç kimsenin de "Ne oluyor?" diye sorgulamadığı hayret ve ibretle görmüştüm. Rant tartışmasına girmeyeceğim ama, bu inşaatı yapanın ve yaptıran belediyenin babasının hayrına bu çirkinliği merkeze kondurmadığı da bilinmelidir.
YAMALI BOHÇA
Geçenlerde Facebook'a "Urlalılar buraya" diye Urla'nın resimlerini koyanlara bazı eleştirilerimi yazdığımda, aldığım cevap "Beğenmiyorsan Ankara'ya, İstanbul'a, Konya'ya git oldu. Anlamlı mesajlarını aldım. Bunlara Anayasamızın yerleşme özgürlüğü ile ilgili maddesini anlatmadan "Az olsun, benim olsun" zihniyetinin, ilerleme değil, gerileme olduğunu hatırlatmak uygun olur. Şehircilik planlamasından anlayan birisinin, üç kilometrelik yol asfaltlandıktan sonra 2-3 yıl içinde patlayan su borularını tamir etmek için belki 500 yerinden açıp yolu yamalı bohçaya döndürmesinin
nasıl bir maharet olduğunu anlatmalı. Aslında Urla gerek tarihi yapı, gerekse ünlüler yönünden zengin bir belde. 12 İyon kentinden birisi olan Klozomenai M.Ö. 2000 yılına kadar uzanan bir geçmişe sahip olmasının yanında, İskelede de tarihin ilk zeytin işleme yeri olan kalıntı tarihi zenginliğinin izleri vardır. Bu zenginlikler Urla'da yaşayanlar tarafından da yeteri kadar bilinmemektedir.
SİMGE İSİMLER
Ünlü Yunan şairi
Yorgo Seferdidis'in (Giorgios Styliano Seferiadis) iskelede yaşadığı yer, bir lokanta olmanın ötesinde tanılamamıştır.
Necati Cumalı, ünlü sanatçı
Tanju Okan, hatta bir ara yolu Urla'ya düşmüş olan
Neyzen Tevfik de Urla'nın simgelerindendir. Bence, körfezin en güzel göründüğü yerlerden biri de
Güvendik tepesi olup, sabah saatlerinde güneşin denizin içinden çıkar gibi, doyulmaz görüntüsünü seyredebilmek için ancak bir kafe veya lokantanın müşterisi olmanız gerekir. Her ne kadar bazı yerler için de, çevresinin ormanlarla çevrili olmasından kaynaklanarak "Dünyanın oksijeni en bol havası olan yeri" derler. Öyledir veya değildir. Ama, Çeşmealtı semtinin mis gibi, doyumsuz bir havası vardır. İzmir'e dönüşte, İstihkam viyadüğünden aşağı süzülürken, İzmir'in üstüne asılı gibi görünen boz bulanık kirli hava "Orada yaşanmaz, hemen geriye dön" dedirtir. Özetle: Urla kalkınabilir mi? Hem de nasıl kalkınır. Hatta, İzmir'in gözdesi olsun. Yeter ki, ehil ellere düşsün. Ne demişler? "At binenin, kılıç kuşananın."