Pek çok meslek yıpratıcıdır ama gazetecilik çok yıpratır. Maden ocağındaki faciayı ekranlara taşımak için Soma'da bulunan meslektaşlarımızın gözündeki hüznü, sesindeki titremeyi hissedince bunu bir kez daha düşündüm. Bu zor şartlarda çalışan gazetecilerin hemen hepsinin hayali, bir gün denize yakın bir yerde kendi bahçesinin, kendi bağının, kendi zeytinliğinin sahibi olmaktır. Hele bu gazeteci yıllarca Adnan Çağlayan gibi kimsenin kabul etmediği zorlu görev yerlerinde can korkusu ile çalıştıysa. Adnan Çağlayan, batılı basına büyük düşmanlık duyulduğu dönemde İran'da görev yaptı, Avrupai görüntüsünden dolayı defalarca ölümle burun buruna geldi. Ardından yine Türk düşmanlığının doruğa çıktığı Çardak krizi döneminde Atina temsilciliği yaptı. Neredeyse savaş muhabiri gibi geçen gazetecilik yıllarının verdiği yorgunluğu atmak için döndüğü İzmir'de, zeytinlik sahibi olma hayalini gerçekleştirdi. İyi bir butik zeytinyağı üreticisi ve satıcısı olan Adnan Çağlayan ile Karşıyaka'daki zeytinyağı dükkanında, gazeteciliği, zeytinyağını konuştuk.
ABLALARI MESLEKTAŞI
İzmir ile bağınız ne?
- İzmirliyim. İzmir'de okudum. İktisat Fakültesi'ni bitirdim. Ablalarım Sirel ve Selin gazeteciydi. İktisatta okurken Dünya Gazetesi'nde çalışmaya başladım. Oradan Hürriyet'e geçtim, 89'a kadar Hürriyet'teydim. Aynı yıl British Council'ın, ekonomi alanında uluslararası ilişkiler dalında bursunu kazandım. Anadolu Ajansı'nın Tahran ve Bağdat büroları boştu. İkisinin de temsilcileri, şartlar çok zor olduğu için görevi terk etmişti. Savaş döneminin hemen arkasıydı ve şartlar oldukça güçtü. Ortada sadece bir ateşkes söz konusuydu. Anadolu Ajansı kendi bünyesinden bu başkentlere gönderecek adam bulamamıştı. Ben İngiltere'deyken teklif getirdiler. İran opsiyonunu kullandım. Saddam'ın Kuveyt'i işgal edeceğinden haberim olamazdı aylar öncesinden. İki ay sonra Saddam Kuveyt'i işgal etti ve birinci körfez krizini yaşadık. Orada 92'nin sonbaharına kadar kaldım.
Sıkıntılı bir süreç miydi?
- En basitinden, altyapıları bombalandığı için, 50 derece sıcaklıkta elektrik yoktu. Totaliter rejimden bahsediyoruz. Basın tamamen kontrol altında. Yabancı gazetecilere karşı korkunç düşmanlık vardı. Reuters, AP, AFP gibi kuruluşların kendi muhabirleri mevcut değildi. Lokal çalışan da yoktu onlar için. Dolayısıyla batı dünyasının tek haber kaynağı AA idi. Önce Körfez Savaşı, Sovyetler Birliği'nin dağılması, ardından Azerbaycan olayının ortaya çıkması, İran'da bunun çıkardığı büyük rahatsızlık. İran, Tahran dışına çıktığınız zaman her yer tehlikeliydi. Her yer mayın, Irak ile ateşkesteler ama birbirlerine ateş açmak için fırsat kolluyorlardı. Batılılara karşı büyük nefret vardı. Ben görüntümden dolayı çok sıkıntı yaşadım. Batılı zannediyorlardı. Bu nedenle birkaç linç girişimine uğradım.
TÜRKÇE KÜFÜR YARADI
Nasıl kurtuldunuz?
- Türkçe küfrederek. Azeri azınlık sayesinde her İranlı üç beş kelime Türkçe bilir, bunun 4'ü küfürdür. İngiliz büyükelçiliğinin önünde cuma namazı çıkışı gösteri vardı. Londra'da İranlı bir öğrenci tutuklamışlar. Büyükelçiliğin önüne gittim. Bir anda kalabalık "İngilisi İngilisi" diye bağırıp üzerime koşmaya başladı. 10 metre ötemde yüzlerce polis var. Adamlar saldırıyor, polisler bakıyor. Polislerin korumayacağını anlayınca kendimi korumaya çalıştım. Sinirlendiğim için Türkçe küfretmişim. Birden polisler hareketlendi ve araya girdi. Bir polis yüzbaşısı, "Türksen" dedi. "Türkem" dedim. Ona benzer, yolda gönüllü milisler durduruyor, 12-13 yaşında çocuğun elinde Kalaşnikoflar, sana doğrultmuş. Karşısındakini yok etmek üzere beyni yıkanmış. Bekliyorsun, bunların başındaki bir devrim muhafızı gelecek ki çeksin başındaki silahı. Böyle böyle 1992 sonunda geri döndüm. Sabah gazetesine geçtim. Ankara'da bir yıl kadar Sabah'ın diplomasi muhabirliğini yaptım. Sonra Turkish Daly News'te çalıştım. Kuveyt Haber Ajansı'nın Türkiye temsilciliğini de yaptım aynı zamanda. Arkasından, Gazete Ege ve Ege TV beraberken, İstanbul temsilciliğini yaptım. Sabah dergi grubunda araştırma müdürlüğü yaptım bir dönem. Sonra yine AA benzer bir durumda sıkıntıdaydı. Kardak krizi sonrası Yunanistan'ın durumu malum, Türk diplomatlar pek çok kere saldırıya uğramıştı, yine oraya eleman göndermekte sıkıntı çekiyorlardı. Benimle pazarlık ettiler, Yunanistan'a gittim. 13 yıl AA Atina temsilcisi olarak görev yaptım.
TÜRKLERE EV YOK
Orada da sıkıntılı bir dönem tabii...
- Evet, 1997 yılı ile 2000 arasında İran Yunanistan'ın yanında, bana davranışları açısından çok medeni ülke gibi kaldı.
Düşmanca mı davrandılar?
- Düşmanca kelimesi hafif gelir. Ege'nin bu tarafından dostluk gösterilerini saygıyla karşılıyorum ama içlerinde gazeteci olarak yaşamaya kalkınca durum farklı oluyor. 64'ten 2000 yılına kadar olan dönem, son derece düşmanca duyguların beslendiği bir dönem. 2000'den bu yana ayrı bir dönem. Orada olduğum ilk 3 yıl inanılmazdı. Sadece Türk olduğum gerekçesiyle ev bulamadım. Türke ev vermiyorlardı. Tüm dünya basınına verdikleri bilgileri, Türk olduğum için bana vermiyorlardı. Halkın tavrı, 99'daki depremden sonraki yakınlaşmaya kadar değişmedi. Bir dönem tüm Balkanlar'da haber ağımız vardı orası da bana geçiyordu haberleri. Daha sonra Ankara'ya çağırıldım, bir süre AA dış yayınlarda yönetici olduktan bir süre sonra gazetecilik mevzuunu tamamen kapattım.
İŞİNHOBİSİ OLMUYOR
Zeytincilik hayaliniz miydi?
- Yıllarca hep Ege'de bir zeytinlik sahibi olma hayali kurmuştum. Foça'ya yerleştim. Kendime bir zeytinlik aldım, çiftçilik yapmaya başladım.
Gazetecilik mi yoksa çiftçilik mi zor?
- Çok ağır iş gördüm, bu gerçekten güç iş. Toprakla uğraşmak zevkli ama güç. Herhangi bir şey sofraya gelinceye kadar üretimde geçen süreç inanılmaz. Biz kentliler bunu anlamıyoruz ama kendin yapmaya çalıştığın zaman insanların ne kadar zor hayatları olduğunu görüyorsun. Bu işin hobisi olmuyor. Kağıt üzerinde yapılan hesaplarla, "Şu kadar ağaç alırım, şu kadarı masraf olsa bu kadar kazanırım" diye kimse bu işe soyunmasın. Ağaçlar canlı ve sen bakmak zorundasın. Hastalığı, gübresi, zararlısı, kuraklığı var. Zeytin sineği bizi mahvetti geçen sene. Zeytinyağı fiyatının yüksek olmasının nedeni bu. Düşük asitli yağ olmamasının nedeni de zeytin sineği. Bizler mücadele ettik, fakat civarda o kadar çok zeytinyağı artık para etmediği için terk edilmiş zeytinlik var ki buralarda ürüyor zararlı. Bilinçli üreticiler olarak ilaca dayanamayız. Seçim yapmak zorunda kaldık. Ya ilaçlayıp toprağı zehirleyecektik ya da zararı sineye çekecektik. Sineye çektik. Şakası yok kendi toprağımı zehirleyemezdim. Ağaçların arası ot bir yığın zararlı çıkar ortaya defalarca sürmen lazım koca zeytinlikleri. Herkesin yaptığını yapamazsın, otla mücadele ilacı kullanamazsın.
Butik üreticinin maliyeti böyle artıyor diyorsunuz...
- Zeytincilik zor, butik zeytincilik daha zor ve masraflı. Bu şekilde üretilen zeytinyağı ile geleneksel şekilde yapılan zeytinyağının, doğal olarak fiyat farkı var. Zeytin toplama en büyük masraf kalemlerinden biri. Eski usul toplayıp çuvallara bastığınız takdirde hem ağaçlara zarar verirsiniz hem de çıkan zeytinyağının kalitesi düşük olur. Ben ve benim gibi butik zeytin üreticileri, zeytini elle toplayıp, 20 kiloyu geçmeyecek plastik kasalarda taşır, toplandığı gün sıkar, paslanmaz çelik kaplarda depolar. Halbuki piyasadaki yaygın yöntem, plastik kaplarda depolanması. Zeytinyağının koyu renkli şişede saklanması gerekiyor ve Türkiye'de renkli şişe üretilmiyor. Renkli şişe kullanmak zorundayız. Yağın ışık almaması lazım. Buranın loş bırakılmasının nedeni de bu. Şeffaf şişe kullananlara da bir şey diyemiyorum, çünkü ithal şişe kullanmak büyük maliyet. Ben yalnız kendimin değil, butik üretim yapan bazı firmaların da yağını satıyorum. Çekirdeği çıkarıldıktan sonra sadece etinden yapılan yağ var, bunu sadece bir firma yapıyor. İnanılmaz bir lezzeti var. Delice zeytinden zeytinyağı sıkan bir firma var. 2000 yıl önce de böyle yapılıyordu. Bunların hepsi yüksek maliyetli üretimler.
BAKLAVA, BÖREK DEĞİL, YAĞ GÖTÜRÜN
Özel yağ ürettiğiniz için daha mı kolay pazarlıyorsunuz?
- Pazarlamada büyük sorun var. Komşuda kişi başına zeytinyağı tüketimi 25 kilo, bizde 1.5. Bunu artırmanın yollarını aramalıyız. Bana göre zeytinyağı, en iyi hediye. Bir yemeğe, hasta ziyaretine giderken, çikolata pasta börek, baklava götüreceğinize, zeytinyağı götürün. Kalp krizi geçirmiş birine ziyarete giderken, börek, baklava götürülüyor. Son 10 yıldır, İspanya, zeytinyağında aldı götürdü. Ondan önce İtalya idi. Piyasaya 3-5 butik üretici mızrak başı gibi girdi, ürünleri o kadar da güzeldi ki, piyasa tanıdı ve kabullendi. Türkiye için de aynı şey olabilir. Butik üreticileri yaşatın. İnsanlar kesecekler zeytin ağaçlarını anlamıyor musunuz?