Mayıs başlarında İzmir-Salihli yönünde, tarihi
Kral Yolu'nu izleyen arabamız
Bozdağ'ın kıvrımlı yolunda tırmanışa geçerken nefesim tutulur gibi oldu. Bu durum rakım farkından çok,
muhteşem manzara ve yaşadığım
zamansızlıktan kaynaklandı. Tarihin en
görkemli medeniyetlerinin resmî geçit yaptığı bu topraklarda; dar patikalardan at, eşek sırtında veya yayan tırmanan insanların çektiği zahmeti günümüzle kıyaslayınca, bu işe
atalarımızdan başkalarının kalkışamayacağını düşündüm. Araştırınca Bozdağ yerleşiminin
Lidyalılar döneminde kurulduğunu gördüm. Bunda yaylaya çıkmaktan çok uğradıkları saldırılar etkiliydi. Atalarımızın binlerce yıllık
göçebe ruhunun yaylak uğruna mevsimlik yer değiştirme geleneği; günümüzde denize doğru yönelse de, halâ sürüyor.
Gölcük'teki otobüs-araba yoğunluğu bunun kanıtı... Kolkola uzanan meşe, çam ormanlarını, dorukları yer yer karla kaplı Bozdağ'ı aşıp, kestane, ceviz ve insana bahar coşkusunu aşılayan pıtrak pıtrak çiçek açmış meyva ağaçlarıyla kaplı
Gölcük düzlüğüne varınca; geçmişte binbir zahmetle tırmananlara hak verdim. Havası, suyu ve mekâna hakim manzarasıyla zamanı unutturan
cennetten bir köşe Bozdağ-Gölcük. Ege'nin Alpleri sayılan Bozdağlar, Gediz ve Küçük Menderes ovaları arasında Ege Denizi'ne dik olarak uzanır.
ASIRDAN ASIRA GEÇMEK
Lidyalılar'ın
Tmolos adıyla kurdukları Bozdağ ilçesinin eteklerinde uzanan başkent
Sardes harabeleri, o dönemin
altın madenleri ve
Kral Yolu'na dayalı zenginliğini sessizce anlatırken,
Artemis Tapınağı'nın dev ebattaki sütunları İlkçağ mimarisinin görkemini yansıtır... Zenginlik ve coğrafî güzelliğin huzur getirmediğini, sürekli Doğu ve Batı'dan uğradıkları istilalar kanıtlar. Yöre Pers, Roma, Bizans dönemlerinin ardından, 11 .asırda Çaka Beyliği, 14. asırda Menteşe-Aydınoğulları Beylikleri, 15.asırda Osmanlı yönetiminde huzura kavuştu. 20. asırda üç yıllık işgal sırasında Efeler ve düşmandan kaçanlara sığınak oldu. Bozdağlar'ın çevresini incelerken, kadim zamanda Perslerin eline geçen Sardes şehrine, iki kez saldıran Spartalıların geçtiği gizli geçitleri, onlara yol gösteren yerli halkı ile şimdikiler arasında bağ kurdum. Bozdağ'da Çınarlık parkı, Şelale park, Mermer oluk, Kırk çeşme/Kırk oluk mesire yerleri insanı huzura davet eder. Sivri dedikleri bitki çayını içtikten sonra Gölcük'e çıktık. Güney tarafında göz alabildiğine uzanan Ödemiş ovası, sarıdan yeşile uzanan tonlarla geçmişin gizemiyle yüklü bir havaya sahip sanki... Tektonik gölün çevresinde dolanırken, zamansızlığı hissettim. Günün herhangi bir anında bana zaman sorulduğunda, genelde saati doğru söylerim. Gölcük'te o duyarlılığı yitirdiğimi anladım... Müezzinin dalga dalga yayılan lahuti sesi öğle vaktini haber verirken, birkaç saat içinde asırdan asra geçtiğimi hissettim. Cami içinde bu duygu daha da yoğunlaştı...
HUZURA KAVUŞUN
Gölcük kıyısında, söğüt ağacının gölgesinde öğle yemeğimizi yerken, dalgaların okşadığı dallar
"Manda yuva yapmış söğüt dalına" türküsündeki ironiyi hatırlattı. Zarif villaları süzerken,
Aydınoğlu Mehmet Bey otağını nerede kurardı diye düşündüm. Kuşkusuz başkent
Birgi'yi göreceği güney tarafta kuruyordu.
Sasa Bey ile olan çekişmesi, Bizans-Haçlı saldırıları onu her an tetikte kılıyordu. Tunuslu seyyah
İbn-i Batuta'yı Gölcük'te uzun süre konuk etmesi, dönemi hakkında günümüzde önemli bir kaynak oluşturan Seyahatnâme'de uzun uzun anlatılır. Oğlu
Gazi Umur Bey'in şecaati de tarafsız bir gözle dillendirilir. Temmuz sıcakları ovayı kavururken, dışarıda kalan İbn-i Batuta'nın eşeğinin donması yaylanın serinliğinin kanıtı... Sıcak havalarda Bozdağ-Gölcük'e giderek hem gündemden sıyrılıp ruhunuzu huzura kavuşturun; hem de çalışkan halkın ürettiği bal, tereyağı, erişte, baklagil, reçel, kestane, meyve gibi doğal ürünler ve temiz havayla vücudunuzu birkaç gün de olsa arındırın. İyi gezmeler değerli okurlar...