Vakko
Holding'den, Cem Hakko ile röportaj yapmak isteyip istemediğimi sormak için aradıklarında şaşırdım. Çünkü son yıllarda basında yer almak istemeyen isimlerden biri Cem Hakko. Sonra anladım ki biri Cem Hakko'nun damarına basmış. 'Bebeğim,' dediği radyolardan birinin, deyim yerindeyse çakması türemiş. Hatta bu radyo kanalı Hakko'nun 100.2 frekansından yayın yapan Power XL ile aynı isimde yayın yapıyor. Tüm bunları konuşurken, sohbet çok eskilere uzandı ve ortaya küçük bir Cem Hakko portresi çıktı.
- 18 sene öncesini çok merak ediyorum, nereden esti radyoculuk yapmak?
- O sırada İsviçre'de okuyordum ama ikinci üniversitem için Paris'teydim. Orada radyoların kapatılmaması için tüm üniversiteliler sokağa inmişti, ben de inmiştim. Bir radyo kapatılmıştı; NRJ Grup. Korsan yayınlar başladı, tüm üniversiteliler sokağa döküldü, çok düşkündük radyoya...
- Neden düşkündünüz?
- Başka bir şey yoktu ki... Tüm çocukluğum boyunca küçücük bir televizyon vardı, perşembe beşle yedi arasını beklerdik. İTÜ'den siyah-beyaz yayın yapılırdı. Ancak iki saat televizyon görebilirdik, yurtdışında yaşadığım dönemde ise bir veya iki televizyon, birkaç da radyo vardı. Güzel müzik dinlemek için radyo gerekiyordu. Radyoculuk biraz daha sihirli kutu. Türkiye'ye döndüğümde Tuzla'daydım. Carting pisti ve yarışlar orada, yolda müzik dinleyemiyorum; radyodan çekmiyor. Ama o sırada kasetler çıkıyor, insanlar müzik dinliyor. Cem Uzan birinci radyosunu patlattı. Biz o sırada mağazının ortasında akvaryum gibi bir yer yapmıştık, inşaatı bitirmiştik ama açmaya cesaret edememiştik.
- Babanız 'Ne radyosu şimdi?' demedi mi?
- Aynen böyle dedi. Radyoya karar verdiğim zaman babama bir teklif götürdüm, 'Ben ralliyi bırakıyorum, her şeyi bırakıyorum, söz veriyorum, benim bir hobim var, bunu gerçekleştirmek istiyorum, bana müsade et lütfen, radyo kuracağım,' dedim. 'Ne radyosu,' dedi kesti attı.
Good Morning Vietnam diye bir film var. Etkilemek için bu filmi babama izletmeye çalıştım ama filmin 10. dakikasında uyumaya başladı. Anneme anlattım. Sermayeyi annem verdi. Dosyalar hazırladım, projemi birkaç büyük firmaya götürdüm, sponsorluk için. Sponsorları bulunca annemin sermayesini radyo kurulmadan geri ödedim. Ama insanlar pek anlamıyordu, Vakkorama ve çevresinde yayın yapacağımı sanıyorlardı. O zaman nasıl anten yapılır, verici nedir, çok uzak kavramlar vardı. 'Çamlıca,' diyoruz, 'Oraya kimse bir şey dikemez,' diyorlardı.
YARIŞMAYI ÇOK ÖZLÜYORUM
- Sanki yüzyıl öncesinden söz ediyoruz...
- Evet topu topu 18 sene öncesi... Biz hazır olmamıza rağmen Demirel'in, 'Radyoculuk defacto'dur,' demesine kadar bekledik. Sonra düğmeye bastık, Vakkorama'nın tam ortasında, minik bir kutu içinde yayına başladık. Aradan dört-beş ay geçti, ilk sıraya oturduk. Türkçe radyolar çıkmaya başladı ama biz 30 kişi falan hazırlanmıştık, programlar falan yapıyorduk. Bir gün radyolar kapandı: Mağazanın içine 18 kişi girdi, ben arka kapıdan kaçtım. Her şeyi kilitlediler, her şeyi durdurdular, radyoyu kapadılar. Son konuşmalar yapıldı. Dört ay sonra, Çiller sayesinde mühürler kırıldı.
- Gym'i de orada kurdunuz, değil mi?
- Evet. Vakkorama GYM'i ilk kurduğumuzda insanlar soruyordu, 'Kadınlarla erkekler bir arada spor mu yapacak?' diye... O derece tuhaf dönemlerdi. Hâlâ orada arkadaş olanların birçoğu görüşür.
- Ne oldu peki oraya?
- Vakkorama GYM'de başarılı olamayacağımı bildiğim için kapattım. O bir ilkti Türkiye için. Aerobik diye bir şey yoktu. Tüm o ekibe, makinelerin hepsini verdik, Nişantaşı'nda başka bir salon kurdular. Ben o kadar ilgilenemeyecektim, o yüzden kapattık. Yoksa 'Baba parasıyla spor salonu açtı, şubelerini açtı, yapamadı, batırdı,' olurdu.
- Mükemmeliyetçi biri misiniz?
- Yarıştan geliyorum. Orada saliselerle hareket etmek gerekiyor. O alışkanlıktan mükemmeliyetçiyimdir. Ben bu yarışta öleceğim, yaralanacağım diye bakmıyorsunuz. Hata yaparsam yarış biter, yarış biterse şampiyonluk biter, şampiyonluk biterse bir yıl daha beklenir.
- Radyo mu, yarış mı ağır basıyor?
- Yarış bitti. (gülüyor)
- Özlüyor gibisiniz...
- Çokkk. Offf...