Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ATİLLA DORSAY

"Avrupa yaşlandı, artık dinamizm Türklerde!"

Alman sinemasının en büyük oyuncularından, adı efsane yönetmen Fassbinder'le anılan Hanna Schygulla, Fatih Akın'ın Yaşamın Kıyısında filmiyle sinemaya döndü. Avrupa kültürünün artık yaşlandığını söyleyen Schygulla için Türk toplumu dinamizmiyle heyecan kaynağı

Hanna Schygulla ile ikinci kez konuşuyordum. İlk buluşmamız, İstanbul Tiyatro Festivali'nde tek kişilik gösterisini sunmak için geldiği 2002 yılında, The Marmara otelinde olmuştu. Bugün gibi hatırlarım: 1943 doğumlu olduğuna göre o zaman 60 yaşını yeni aşmış olan sanatçı, biraz kendisini bırakmış, iyice beyazlayan saçlarını boyamamış, sanki zamana teslim olmuştu. Oysa Fatih Akın'ın Yaşamın Kıyısında filmi için geldiği Cannes 2007'de, demek ki beş yıl sonra, daha bir toparlanmış, hayata bağlanmış gibiydi. Adı hep büyük Alman sinemacısı Rainer Werner Fassbinder'le birlikte anılan sanatçı, acaba Fatih gibi gencecik bir yönetmenle sinemaya dönüş yapmanın getirdiği heyecanla mı gençleşmiş duruyordu?

KUSURSUZ SENARYO
Elbette kendisine bunu sormadım. Ama, 1982 yılında henüz 37 yaşında hayata veda eden Fassbinder'in gölgesi, sanki konuşmamızın üzerine düşüyordu. Örneğin Fatih Akın'ı nasıl bulduğumu sorduğumda, hemen onu Fassbinder'le kıyaslıyordu: "Fatih de birçok genç Alman sinemacısı gibi Fassbinder'i tanıyordu, filmlerini görmüştü. Onun sinemasının etkisi altında değildi, ama aynı başkaldırı, anti-konformizm ve yaratma enerjisi onda da vardı. Belgrad festivalinin açılışında karşılaşıp tanıştık, bir lokantada yemek yedik. Daha o gece bana hikayesini ve oradaki Alman anne karakterini anlattı. Bir süre sonra da senaryoyu yolladı. Şimdiye kadar okuduğum en kusursuz senaryolardan biriydi bu. Ve hemen kabul ettim."

68'Lİ ANNE VE KIZI
Unutmayın ki bu röportajı, film Cannes'da en iyi senaryo ödülü almadan önce yapıyoruz. Ve Schygulla, sanki o ödülü öngörmüş gibi konuşuyor. Peki, filmde ve hikayede onu en çok çeken ne olmuş? "Çok ağır basan ölüm düşüncesi... Fassbinder'de de bu vardı, ama bu kadar yoğun biçimde değil. Filmde nerdeyse simetrik biçimde herkes, çok sevdiği birinin ölümünü kabullenmek zorunda kalıyor. Bizim uygarlığımız ölülere saygı gösteriyor, ama onları çabucak unutuyor ve yaşam devam ediyor. Aslında Fatih gibi genç biri için, bu ölüm düşüncesini garip bulmuştum. Ama tam o sırada baba olmak üzereydi ve yine o sıralarda, tüm filmlerindeki ayrılmaz yardımcısı Andreas Thiel'i kaybetmişti. Belki bunların da etkisi oldu." Hanna filmde kızıyla anlaşamayan bir anneyi oynuyor. Kızı, bir Türk kızının peşinden İstanbul'a gidiyor, orada başına gelen acı olay sonucu Susanne da kendisini İstanbul'da buluyor. Nasıl bir karakter bu? "Fatih onun biyografisini anlatmıştı: eski bir 68'li, arkeolog olmuş, Ortadoğu ülkelerini gezmiş. Orada rastlayıp evlendiği bir erkekten bir kızı olmuş. Sonra ayrılmışlar. Susanne eski liberal düşünceleriyle kızını özgür bırakmış, eğitimine, hayatına pek karışmamış. Ama birden kızın hayatında öyle bir dram oluşuyor ki, tam bir şok geçiriyor ve dengesini korumaya çabalıyor." Schygulla, bu filmin de gündeme getirdiği kimi sorunların dünyamızı yaşanmaz hale getirdiğini düşünüyor: "Kötümserim. Her gün korkunç şeyler oluyor. Öylesine zavallı bir haldeyiz ki... Çevre sorunları ise almış başını gidiyor ve koskoca Amerikan İmparatorluğu, bu konuda kolunu kımıldatmıyor. Zaten Bush yönetimi, Amerikan politikalarının her anlamda dibe vurduğu bir dönem oldu. Bunun da sorunların böylesine çözülmez olmasında büyük katkısı var." Schygulla kısa bir sesizlikten sonra ekliyor: "Oysa yine de iyimser olmalıyız, umudu korumalı, hayal kurma alışkanlığından vazgeçmemeliyiz. Kendi köşemize sığınmak yerine, her gün yeniden dünyaya açılmalıyız. Unutmamalı ki, insan her gün yeni baştan doğar." Hanna, yıllar önce Erden Kıral'ın Mavi Sürgün filminde oynamıştı. Türkiye'ye geliyor mu peki, bizi tanıyor mu? "O dönemde kısacık bir süre kalmıştım. Ama Türk arkadaşlarım var, birçok Alman dostum tatil için gidiyor ve çok memnun dönüyorlar. Biliyor musunuz, en önemli yanınız, genç bir toplum olmanız. Öylesine enerji ve dinamizm yüklüsünüz ki... Oysa biz Avrupalılar artık çok yaşlı toplumlara dönüştük." Ünlü sanatçı burda duruyor ve gözleri dalıyor. Sonra sanki kendi kendisine konuşuyor: "Biliyor musunuz, yaşlılığı çok iyi bilirim ben. Çünkü 20 yılımı çok yaşlı ana-babama bakmak için harcadım. Hep onlarla birlikte kaldım: son günlerine kadar. Ve yaşlılığı, ölümü yakından izledim." Hanna'nın oynadığı Susanne karakteri, filmin bir yerinde "Türkiye Avrupa Birliği'ne girerse her şey daha iyi olacak," diyor. Buna gerçekten inanıyor mu?

'TÜRKİYE AB'YE ALINMALI'
"Bu Susanne'ın kimliğine uygun bir deyiş: eski bir 68'li olan ve bunun gereği, Alman Sosyal Demokrat partiye kayıt yaptıran bir liberalin düşüncesi. Bana gelince, ben aslında ülkenizin AB'ye alınması gereğine inanıyorum. Ama ben artık bunun bile aşıldığı görüşündeyim. Artık Avrupa çerçevesinde değil, gezegenimiz çerçevesinde olaylara bakmak gerekiyor. Yani, dünya çapında verilen ve verilmesi gereken büyük savaşlar var: kuraklığa, çevre sorunlarına, yoksulluğa, terör ve savaşa karşı. Türkiye, bu savaşlarda oynayabileceği rol ölçüsünde aramıza girmeli. Ki ben büyük rol oynayabileceğine inanıyorum." Hanna Schygulla, uzunca zamandır sinemadan uzaktı. Brecht şarkıları ve şiirlerle süslediği bir tek kişilik gösteriyi sunarak dünyayı geziyordu. Ama artık yeniden sinemaya dönmüş gözüküyor. İsrailli Amos Gitai'nin Vaad Edilen Ülke veya Alman yapımı Winterreise'den sonra, Fatih Akın'ın filmi. Sinemaya tam bir dönüş mü bu? "Ben de bilmiyorum. Günümüzde yepyeni bir Alman sinemacı kuşağı geliyor: Fatih Akın, Christian Petzold, Oliver Hirschbiegel, Hans Steinbichler... Hepsi farklı, ama çarpıcı işler yapıyorlar. Ben iki kuşak öncesine, Fassbinder, Wenders, Kluge'lerin kuşağına aidim. Ama beni düşünür, bana rol teklif ederlerse, elbette oynarım. Sinema asıl işim ve hep öyle kalacak." Hanna Schygulla, Fatih Akın'ın filmi sayesinde, 1983 yılında Piera'nın Hikayesi filmiyle en iyi kadın oyuncu seçildiği Cannes'a parlak bir dönüş yapmıştı. Şimdi de yine bu filmle Hollywood'a, Oscar'lara gidecek. Ama daha önce, Cannes'da bana söylediği gibi, Antalya galasına katılacak ve bir Onur Ödülü alacak. Ona birlikte hoşgeldin diyelim...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA