Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ÖNCEL ÖZİÇER

Telli duvak merakı

Bile bile... Evleniyoruz...

Tek başına mutsuz olmak yetmiyor bize... İki kişilik mutsuzluklar inşa etmek için ısrarla ve kararlılıkla evleniyoruz.

Hırlaşma ihtiyacımızı doya doya giderebilmek için..

Suçluluk duymadan, resmi resmi, tatsız, tutsuz, tersiz sevişmeler yaşayabilmek için...

Değişiklik olsun diye, arada bir çıkılan ve çıt çıkarmadan, sessiz sakin yenen akşam yemeklerinde, sıkıntıdan patlamak için.

Tatil günleri sokakta, donuk yüz ifaderiyle dolaşan diğer çekirdek ailelerin arasına karışabilmek için...

Evleniyoruz...

Hatta bazılarımıza bir tane de yetmiyor.

İkinci üçüncü kez geçiyor memur(e) karşısına, basıyor imzayı, iyi günde kötü günde sonsuz(!) mutluluğa...

Allah insanoğluna bir çiftleşme, üreme, çoğalma güdüsü vermiş ki, sorma gitsin...

Bile bile lades demeye meyilli de bir gönül eklemiş üzerine...

Tüy dikmiş insan denen o garibe...

***

Şimdi ben bunları yazıyorum ve yazdıklarıma da inanıyorum ya...

Büyük büyük laflar ediyorum yine yani...

Sen bak, en yakın zamanda telli duvaklı gelin olmayım.

İkinci kez hem de...

Eh tabii, benim sizden ne farkım var?

Tam tersi, tüm insanların içindeki o angut taraf bende de var.

Bir kez denememe ve 'Yok arkadaş, bu kurum, yapı itibarıyle benim ruhuma hiç uygun değil' dememe, evimin anahtarının yalnız bende bulunmasına yatıp kalkıp şükretmeme rağmen, hâlâ tanıştığım adamlara 'bundan iyi koca olur mu acaba?' diye yan gözle bakıyorum.

Doğruya doğru.

Ama dedim ya suç bende değil... Allah yarattıkları üresin, çoğalsın diye içimize vermiş o dürtüyü...

'Yalnızlık bana mahsus, siz hiç boşuna heves etmeyin' demiş, kuralı baştan koymuş.

Kimsenin vazgeçilmezi değil o!

Hep övülen, hep özlem duyulan, özgürlük kavramıyla hep beraber anılan: Yalnızlık!

Ama önümüze çıkan ilk (her) fırsatta da, arkamıza bakmadan kaçtığımız, daha büyük mutsuzluklara yol açacağını bile bile içine, bodoslama atladığımız evlilik kurumu karşısında hep mağlup olan; Yalnızlık!

Kabul edelim işte o, yalnızca Yaradan'a mahsus...

Yaratılanlar, haddini bilsin!

Kadın usanınca

Bir arkadaşıma rastladım.. Karısı boşamış bizimkini...

Tek celsede...

Bundan önceki konuşmalarımızda, sanki ilk fırsatta karısını aldatma potansiyeli varmış, evlilikten bıkmış, bekarlığı özlemiş gibi bir takım hal ve tavırlar alan arkadaşım, baktım eşekten düşmüş karpuza dönmüş durumda.

Belli ki 'ben ne salaklık yaptım da bu kadını kaçırdım!' sendromunu yaşıyor.

Ki karısı da gerçekten kaçırılmaması gereken biriydi hani...

Eli maşalıydı falan biraz ama,. Mert kadındı, bizim şapşala en kötü günlerinde hep o destek olmuştu.

Hem maddi hem manevi..

***

Eee bu hikâye hep böyledir ama değil mi?

Kadınların içlerindeki doğuştan yerleştirilmiş koruma, kollama, sevdiğini yüceltme duyguları, ihtiyaç gördükleri takdirde, beraber oldukları adama karşı da kabarır.

Yani baktık adamın biraz koltuk çıkılmaya, desteğe ihtiyacı var, hiç çekinmez, dayarız elimizi sırtına...

Artık o destek ihtiyacı maddi olur, manevi olur, farketmez..

Hem de bunu ne o adam, ne de çevreye hissettirmeden yapmaya çalışırız.

Hatta bunda o kadar başarılı oluruz ki, sonunda adam çıktığı kabuğu beğenmeyen civciv gibi bize de horozlanmaya başlar.

Hatta bir gün, çıkar: 'Sen bana ne yaptın ki?' der.

Dediği gibi de kalır gerçi.

Kadın elini, usulca, çaktırmadan destek olduğu o sırttan, yine aynı sükunetle çekiverir. Çünkü bu lafa çok gücenir.

Dayanağını yitiren erkek ters dönmüş tosbağa gibi yerde debelenir durur, yok ben düşmedim, kendim, öylesine, yere uzanasım geldi vs. der.

Kadın, döner arkasını gider.

Daha destek arayan çoook sırt vardır, bunu bilir.

'Havva Ana'nın eli, aslında her kadının sağ elidir.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA