Türkiye'nin en iyi haber sitesi
YEŞİM TABAK

Dini filmcilik

Vatikan'a popüler kültürün zirvesindeki 'son görkemli çatışma'sını yaşatan kişi, sanırım hâlâ Madonna. Zaman zaman birtakım eserler veya durumlar hakkında "Vatikan'ı kızdırdı" haberleriyle karşılaştığımız oluyor gerçi. Ama olayın ne etkisi ne de tepkisi o denli şaşaa yaratmıyor. Roma Kilisesi'nin Melekler ve Şeytanlar'a orijinal mekânlarda çekim hakkı vermemesi ve filmi boykota çağrısı, bir tür alışkanlığın eseri olmalı. Filmin, bilakis dinin kurumsallığının muhafaza edilmesindeki sosyal hayır, din ve bilim barışı sayesinde antidinciliğin gerekçelerinden birini bertaraf etmek gibi konuları var. Bunlar yine de yan konular. Indiana Jones için Aztek tapınakları ya da Mısır piramitleri neyse, dini semboloji profesörü Langdon (Tom Hanks) için de Vatikan aşağı yukarı o. Koca felaketlerin ucundan döne döne, bilmecelerini çözüyor. Yönetmen Ron Howard da, konforlu Hollywood sürükleyiciliğinin garantisi olarak, 'full deneyim', Langdon'ın arkasında. Melekler ve Şeytanlar, kahramanın tozlu kitaplar karıştırıp masonik örgütlerin arasına sızdığı herhangi bir gizemli serüven gibi. Tabii cinsellik ve fiziksel aksiyon azlığında, resmiyetini de koruyor. Kardinal Strauss rolündeki Armin Müller Stahl'ın cam-gözünü dikip de sırrını vermeyen varlığı, filmi Omen tipi 'din'li gerilimlerle kaynaştıran az sayıdaki hınzırlık arasında. Stahl, bariz ürperticiliğiyle bıyık altından gülümsetiyor.

MİTOLOJİK SEMBOLLER ÂLEMİ
Langdon'ın Da Vinci Şifresi öncesindeki bu macerasında, Ewan McGregor yeni Papa seçilene kadar vekillik yapan Patrick rolünde. Bu genç kardinale göre, insanların inancını ateşlemek için ortamda bir 'hareket', belki de kendini feda edecek yeni bir dini figür olması lazım. Melekler ve Şeytanlar ise, hoşgörü dozunu biraz artırmakla sorunların çözüleceği fikrinde. Langdon'ın kıvrak zekâsı sayesinde, ne radikal bir inanç patlaması ne de fazla Kilise hasarı yaşanmadan, mesele soğukkanlı biçimde kapanıyor. Zaten filmin Kilise'nin karşısına diktiği Illuminati topluluğu da, yüzyıllar önce idam edilen bilim adamlarının intikamını almak gibi nostaljik bir hedef peşinde. Da Vinci Şifresi ile Melekler ve Şeytanlar'ın dünyasında Hıristiyanlık, mitolojik bir semboller âlemi ve köklü bir kurum olarak var. Bu yönüyle de, Dan Brown'un romanları ve film uyarlamaları, sembollerin anlamlarıyla kamusal her alanda yandaş, karşıt veya 'kafası karışık' halde oynanabilen Hıristiyan âlemi için zorlayıcı bir sorgulama zemini değil. Kaldı ki Madonna, Like a Prayer'ın klibinde Afrika kökenli bir İsa'yla erotik pozlar verdiğinden bu yana ve daha sayısız 'girişimci'nin çabasıyla, Kilise'nin sembollere ait tabularını yıkmak adına yapacak fazla bir şey kalmadı. Ron Howard'ın bazı Vatikan mekânları filmin setine açılmadığı için yaşadığı 'prodüksiyon kırgınlığı' ya da Vatikan'ın "bu film inancı zedeleyebilir," endişesi, neredeyse naylon durumlar. Tabii hâlâ tartışma ve kaşıntı yaratabilecek dini temalar var. Ortadoğu'dan çıkma 'semavi' dinlerin temelindeki iyilik-kötülük ahlakı, her devrin popüler tartışması olarak güncelliğini koruyor. Ateist / hippi bir ailenin Katolik evladı Lars von Trier de, dünya prömiyerini Cannes'da yapan Antichrist'la (İsa Karşıtı), favorileri arasındaki bu eskimeyen konuya girmiş. Willem Dafoe ve Charlotte Gainsbourg'lu filmle ilgili basında yazılanlara bakılırsa, Trier Antichrist'ı "doğa ile insanın özündeki kötülük"ün estetik ve şairane manzaralarını sunmak üzere tasarlamış. Bu tür meseleleri sanat üzerinden tartışmak, bizde de serbest. Hatta herhangi bir sanat eserine konu olduğunda, kolay kolay dikkati çekmiyor bile. Buralarda üzerinden anlam türetilmesine tahammül edilmeyen tek alan, semboller.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA