Türkiye'nin en iyi haber sitesi
YEŞİM TABAK

Aşkım, canım, açılım, tasarım

Zombiliğin nefis tasvirlerinden birini sunan Yaşayan Ölüler'in Dönüşü'nde (1985), zombileştirici radyoaktif gaza maruz kalan ilk kurbanlar için doktor çağrılır. Henüz nasıl bir belanın söz konusu olduğu bilinmemektedir. Doktor muayeneyi yapar, ve yanındakilere fısıldar; "Abi nabzı atmıyo bunların". Yüzünün rengi beyaz, mor ve yeşile çalan kurbanlar, fısıldaşmayı duyarak telaşlanırlar: - Ne?! - Şey... Teknik olarak canlı değilsiniz. Yani bilincinizin yerinde olması dışında. Aslında bunun ne demek olduğunu bilmiyoruz. - Ne yani, biz ölü müyüz? - Açıkçası, gerçekten ölü olduğunuzu kast etmedim. Ölü insanlar ortada dolanıp konuşmazlar. Doktor bey iyi dedi. Ama konuşanlar ne konuşur; hem aynı esnada yürüyebiliyor olmak neyi kanıtlar? Ne de olsa yürümek ve konuşmak, canlı olmaya dair epey 'sıska' belirtiler. Vizyonun yeni filmlerinden Pontypool: Öldüren Kelimeler, tam olarak bu konu hakkında. Büyük kısmı bir radyo istasyonunda, aksiyondan ziyade çenebazlıkla geçen bu Kanada yapımı zombi filmi, kelimelerdeki zehirden bahsediyor; namlusunu ise popüler kültüre yöneltmiş. Filmin esas adamı Grant Mazzy (fragmanlara layık sesiyle Stephen McHattie), medyayı çıkıntılık etme maksadıyla kullanan, yaşadığı sakin kasabanın küçük olaylarından (kaybolan ev kedisi) alaycılıkla bahsedip W. Burroughs ve R. Barthes'ten alıntılar yapan bir radyo spikeri. Bir gece şovu sırasında, kasabanın her yerinden şaşırtıcı saldırganlık haberleri gelmeye başlıyor. Halkta 'bir şeyler' var; bir virüse yakalanmışlar. Anlamsız kelime öbeklerini spastikçe tekrar ederek, beyni alınmış görüntüsü veren zombice hareketlerle sese doğru yöneliyor; sesin kaynağı henüz insanlıktan çıkmadıysa, imha veya 'tarikata katılım' sürecini başlatıyorlar. Bu kitlesel sapıtma süreci iki dilli Kanada'da cereyan etse de, virüsü bulaştıran dil sadece, küresel iletişim dili İngilizce. Zombileştiren kelimeler ise, sıklıkla içi boş şekilde kullanılan, "canım" ve benzeri sevgi ifadeleri. Film böylece, neyi niye istediği veya niye dediğini bilmeyen, ama popüler eğilimleri ya da hazırdaki söz öbeklerini düşünmeyip hissetmeden benimseyen kitlelerin yarattığı kültüre nişan alıyor. Sinemada nicedir sosyal ya da politik bir eleştiriye malzeme edilmeyen zombiler de, bu sayede ruh ve beyinlerinin boş bıraktığı yerde yeniden bir anlamla buluşuyor. Bırakın sosyolojik ya da politik'i, psikolojik anlatısı tamamen kıt korku/gerilim filmlerinin bolluğuna cevaben, Tony Burgess'in kendi romanından senaryolaştırdığı Pontypool, ilgiye layık bir çaba. Etrafımız, virütik tehlike arz eden kelimeler ve cümlelerle dolu çünkü. Bu aralar en bulaşıcı olanlarından biri, 'açılım'. Yine siyasi kanattan 'laiklik' ve 'demokrasi', gündelik hayattan 'canım yaa...' ve 'aşkım', kültürel kanattan 'ikon' ve 'tasarım' da, tehlike çemberinin içinde sayılırlar (Habire "O da tasarım bir ürün" diyen tezgahtarın zombi olmadığı ne malum?). Ne için kullanıldıkları bilindiğinde, kelimeler insanı göğe de çıkarabilir, ciğerini de sökebilir. Aksi halde ise, kolaylıkla, zombileştirmek gibi bir 'pasif tehdit' unsurundan ibaretler. Örneğin, bu aralar Kürtçe'nin, Türkiye'nin sözel dünyasına virüs mü bulaştıracağı, yoksa panzehir mi olacağı sorusu etrafında dönen tartışmalar var gündemde. Ama "Bence de analar ağlamasın," deyince, "Naber?" diye soran birine "Napiym, oturuyorum," demekten daha fazlasını yaptığımızı iddia etmek zor. Ne duygusal ne de düşünsel anlamda. Toplumsal nabız yoklamasında durumumuz şaibeli.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA