Kasım 2015'te Paris'te yaşanan eşzamanlı saldırılardan sonra aylarca olağanüstü hal uygulandı. "Evden çıkma" uyarısını dinlemeyip sokağa çıkanı yere yatırdılar, ellerini arkada birleştirip üzerini aradılar. Adamın ağzı yüzü yere değiyormuş, kolu burkuluyormuş demeden; sıradan vatandaşlara yaptılar bunu, Paris'in ortasında. İşin ilginci Charlie Hebdo olayından aylar sonra, eylül ayında IŞİD'e operasyon yapmaya başlamıştı Fransa. Ekim ayını Rakka'yı vurmakla geçiren Fransa'nın sortileri "en doğal hakkı" muamelesi gördü. 13 Kasım'da uğradığı saldırıdan sonra saldırı ritmini daha da yoğunlaştırdı. Başbakan Manuel Valls bununla da yetinmedi, "Mali'de de İslamcıları vurduklarını" hatırlattı ve "Masraflı oluyor"diyerek Avrupa'dan mali destek istedi. Ulusal Meclis'te yaptığı konuşmada"hapishanelerdeki 'İslamcıları' diğer mahkûmlardan nasıl tecrit etmeyi planladıklarını" övünerek anlattıktan sonra...
Bir Allah'ın ciddiye alınası kulu da çıkıp "Ya arkadaşlar, radikal İslam'la mücadele edelim derken radikal İslam'ın tuzağına düşmeyelim" gibi naif ötesi bir açılım yapmadı. Çok özgürlükçü, çok ileri sol-sevecen Fransız halkı, Sacre Coeur'a gitmek için bile düzineyle kontrol noktasından geçme pahasına devletiyle aynı dalga boyunda salınmayı seçti. Batılı kamuoyu siyasi, ekonomik ya da sosyolojik krizlerde hep bunu seçerdi; demokratlıktan faşistliğe geçişi o kadar kusursuz, o kadar sorunsuz olurdu ki, fil boyutlarındaki bir şizofreninin oturma odasındaki o sekiye nasıl oturabildiğini kimse sorgulamazdı.
Gücün, geçiş üstünlüğün varsa moral üstünlüğün de oluyor zira. Neyin sorun neyin değil, neyin normal neyin değil, kimin terörist kimin değil olduğuna sen karar veriyorsun. Batılı ülkeler, Türkiye'nin IŞİD'le mücadele edecek peşmergeleri eğittiği Başika'ya fazladan asker göndermesini "Musul işgali" gibi algılıyorsa, o"öyledir". Öte yandan Batılı ülkelerden biri bile çıkıp Fransa'ya, "Bir Rakka üzerindesin bir Mali'desin, kaygı duyuyoruz" dememiştir.
PYD'nin PKK'yı desteklemesi engellenseydi terörle mücadelesini çoktan tamamlamış olacak olan Türkiye bırakın sınırlarından kilometrelerce uzaktaki yerleri "Beni tehdit ediyor" diye vurmayı, sınırının hemen yanındaki Azez-Mare-Cerablus hattında güvenli bölge oluşturmaktan bile men edildi.
Çünkü Türkiye, Fransa değil.
Türkiye, Ortadoğu gibi bir coğrafyada, her an kanayan bir denizde kan yutmadan karşı kıyıya geçmeye çalışan bir ülke. Batmıyoruz, batmamayı öğreniyoruz ama beka sorunu da yaşıyoruz. Türkiye sahiden Fransa değil. Her gün şehit veriyoruz, onlarca sivil kaybımız var ama "Ben Cahrlie Hebdo'yum" demeyi reddeden 8 yaşındaki çocuk bile olsa affetmeyen Fransa değiliz. Bizde durum tam tersi. Kimseye "Ben Yasin Börü'yüm" dedirtmeye çalışan bir devlet yok. Eli kanlı canilere, "PKK izmaritleri bile yere atmıyor" cümleleriyle allık, rimel sürüp güzelleştirmeye çalışan asırlık Kemalist gazeteler var. Bizde devlet sadece eşkıyaya karşı mücadele vermiyor; latte'si elinde, keyfi yerinde koca koca adamları AK Parti'ye filan değil, "ülkeye sadakat" fazında "iki dakika" tutabilmek için de mücadele veriyor.
Nihal Bengisu Karaca/Habertürk