Zarrab asıl meselenin kendisi olmadığını, hedefin Türkiye ve Erdoğan olduğunu çoktan anlamıştır. İster gafil yakalanmış isterse anlaşma yapmış olsun, belayı savuşturmak için ifadelerini bire bin katarak süsleyebilir. Bütün bunların arkasında Zarrab'ın itiraflarını kullanarak Türkiye'yi, tıpkı İran'a yapıldığı gibi, çok ağır tavizlerin isteneceği bir pazarlık masasına oturtma gayreti olduğunu anlamak için çok zeki olmaya gerek yok.
Bu tavizler verilmezse "neler olabileceği" yolundaki korku fragmanı ise Zarrab'ın tutuklanmasından birkaç gün önce American Enterprise Institute'ta yayınlandı.
"Could there be a coup in Turkey?" başlıklı makalenin yazarı Michael Rubin'in epey utanmazca yazısında PDY'nin ve muhiplerinin uzun zamandır sempatiyle baktığı "darbe" olasılığı ele alınıyordu.
Rubin, bu "seçenek" gerçekleştirilirse Türk ordusunun elini kimsenin tutmayacağından dem vuruyor, hatta bunu teşvik ediyor. "Eğer Türk ordusu Erdoğan'ı indirmeye ve yakın ekibini hapse atmaya kalkarsa başarabilir mi?" diye soruyor, "Analitik bakarsak cevap evet. Seçim döneminde Obama yönetimi darbe liderlerini kınamaktan fazlasını yapamaz" diyor.
Preet Bharara'nın Zarrab için hazırladığı iddianameyi sevinç çığlıklarıyla kutlayanlar da Rubin'den farklı düşünmüyor. Türkiye'deki seçimleri neden etkileyemediklerini, neden hain ve casus muamelesi gördüklerini hiç anlamadıkları ya da zerre kadar umursamadıkları ortaya çıkıyor. "Bakın ABD de bizi teyit etti, doğru yapmışız" diye övünmeleri içler acısı. "Şecaat arz ederken sirkatin söylemek" sözünün filmi çekilse ancak bu kadar olurdu.
Zarrab'ın tutuklanmasına bu kadar sevinen 17-25'çilere söylenecek çok şey var. Milletin Mart 2014 seçimlerinde "Her şeye rağmen Erdoğan" demesinin nedeni var ya, Bhrara'ya yaptığınız iltifat, milletin o günlerde gördüğü gerçeğin teyidinden başka bir şey değil. Sebep 17-25 Aralık'ta sizinle ABD arasında olağandışı bir eşgüdümü çoktan fark etmesiydi zaten. Kontrol paneli ABD'de olan, iktidar dizayn etme makinesine dönüştüğünüz için kovuldunuz kalplerden.
İnsanlar rüşvete, hukukun arkasından dolaşmaya hayran olduğu için değil, dört bakana ya da oğullarına bayıldığı için değil, şu anki sevincinize eşlik eden anti Türkiye pozisyonunuz yüzünden size kulak asmamıştı. Bharara'ya yaptığınız iltifatlarla sadece durduğunuz yeri teyit etmiş olduğunuzu deklare ediyorsunuz.
Yolsuzluklarla değil, yıkımla ilgilendiğinizi o kadar açık ettiniz, öylesine büyük bir antipati yarattınız ki, size duyulan tepkinin tamamı iktidarın kendisini yeniden ve bu kez daha sert biçimde yapılandırmasına yakıt oldu, gıda oldu. Siz eldiven olmaya karar verene kadar bu ülkenin hâlâ diğer Müslüman ülkelere önerilecek bir rol model olma şansı vardı. Otuz yıldır süren savaş, barışa evriliyordu. Sonra siz çıktınız, Erdoğan'ı devirme ihtirasıyla devlet denilen binayı ayakta tutan tuğlalara yavaş yavaş yerleştirdiğiniz dinamitleri patlattınız.
Devleti paniğe ve kendini koruma refleksiyle bürünebileceği en kalın zırhlara bürünmeye icbar ettiniz. Devleti o zırha hesap sormayı suça dönüştüren bir modele yüz vermeye mecbur kıldınız.
Terör örgütü, yarattığınız kaosu Suriye'de beliren fırsatlarla birleştirip Türkiye'yi bölme azmine kadar götürdü. Yeniden kan döküyor. Size müteşekkir. Eserinizle ne kadar övünseniz az yani, ne kadar sevinseniz az. Ama şunu anlamak zor. Türkiye'yi kıskaca almak isteyenler amaçlarına nail olduğunda millet size yeniden, eskisi gibi itibar eder, her şey unutulur mu sanıyorsunuz? Ya da çağırmaktan başka çarenizin kalmadığı o darbe oluverirse, çoktan kırılmış testinizin parçaları yapışır, onarılır mı?
Nihal Bengisu Karaca/Habertürk