Kandil geleneği bizlere Osmanlının güzel bir mirasıdır. Bu gecelere özel yapılan kandil simidi de 14 yy. Osmanlı saray gelenekleri içerisinde yer alan simitten yararlanılarak değişik tad ve görünümde kendine özgü olarak geliştirilmiştir. Simit, Türk yemek kültürünün önemli bir parçası olmasının yanı sıra, toplumsal ilişkilerimizi meydana getiren ortak duygularımızın ve paylaşımlarımızın beslendiği bir olgudur. Bu yüzyılda sultan sofralarında ve saray mutfağında yerini alan simit, aslında bir bakıma saraylıdır. Yeniçerilerin bir kolu olan 'Sekban Sınıfı'na ait fırınlarda çalışmak üzere işe başlayanlara simitçi denmekte, saray fırınında 'Simitçi Ustası' adı ile çalıştırılan ustalar bulunmakta idi. Görüldüğü üzere sarayda simit beğenilmiş ve bolca tüketilmiştir. Evliya Çelebi, 17. yüzyıl Osmanlı dünyası için verdiği, önemli ve detaylı bilgileri simit için de vermektedir. Simidin has beyaz undan 'simid-i halka'ya ve sonrasında bugünkü simide geçiş öyküsü, Evliya Çelebi Seyahatnâmesi ve 16.-17. yüzyıl narh defterlerin de anlatılmaktadır. Simit 14 yy. da bilinmesine rağmen, Osmanlı coğrafyasındaki öyküsü 16. yüzyılın sonlarında başlar. 135 dirheme kadar çıkan ve Evliya Çelebi'nin 'araba tekerleği kadar' dediği bu ilk simitlerin oldukça büyük olduğu görülür ve simid-i halka olarak adlandırılır. 17. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ise simitlerin bir kısmının ebadının küçüldüğü ve bugünkü simitlere daha yakın bir şekle büründüğünü Ve aynı zamanda simid-i halkanın yerine artık sadece simit denildiğini de anlaşılmaktadır. Saray kültüründen esinlenerek bizlere kadar ulaşan bu lezzet zaman içerisinde geleneklerimizle olgunlaşmıştır. Kandil gecelerinin gündüzünde civarın tanınmış ve köklü ailelerinin, büyük anneleri simitleri kendi elleri ile pişirip, torununa, çocuğuna ve bilhassa kokusunun ulaştığı ya da ulaşamadığı komşusuna ikram ederken büyük bir manevi haz almakta idi. Günümüzde ise bu gelenek hala devam etmekte, kandil gecelerinde, kandil ziyareti için gidilen evlere, aile büyüklerine hediye olarak götürülmektedir.