‘CHP iktidar olduğu gün yazarlığı bırakacağım’
14 yıldır ekranlardan uzak duran Engin Ardıç yıllar sonra ilk kez röportaj verdi. Neden medya dünyasından uzak duruyor? Bir günü nasıl geçiyor? Yolda yürürken tanınmamak rahatsız ediyor mu? Feministlerle neden sorun yaşıyor? Liberaller, sosyal demokratlar, muhazakarlar, parallel yapı, Kürt siyaseti ve merkez medya hakkında ne düşünüyor? Yıllar sonra ilk kez Engin Ardıç Engin Ardıç'ı anlatıyor…
Engin Ardıç Türkiye'nin en önemli fıkra yazarlarından biri. Özel televizyonlarla tanıştığımız dönemde yaptığı televizyon yorumları ile Türkiye'deki her eve girmeyi başardı. Tek sesli devlet kanalına alışan Türk izleyicisi Engin Ardıç'ın yorumlarını ilgi ve şaşkınlıkla izliyordu. Seveni kadar sevmeyeni de vardı. Kendi deyimiyle artık yolda yürüyemeyecek hale gelmişti. Ekran yüzü olmanın hayatını iyice zorlaştırdığı bir noktaya geldiğini anlayarak 14 yıl önce kendisini ekranlardan çekti. Uzun yıllar hiçbir gazeteye röportaj vermedi. Kendisini 2008 yılından bu yana, haftanın 6 günü Sabah gazetesindeki köşesinde ifade etmeyi tercih etti.
Okurları gibi biz de düşüncelerinin yanında Engin Ardıç'ın hayatını merak ediyorduk. Biz sorduk kırmadı Engin Ardıç da yıllar sonra bize hayatını açtı.
TELEVİZYONA ÇIKMAK BENİM İÇİN KABAK TADI VERDİ
-Engin bey bir dönemin en popüler ekran yüzüydünüz. Şimdi sadece gazete köşenizde varsınız. Neden uzaklaştınız?
Ekranlardan tam on dört yıldır uzaktayım ve özellikle de uzak kalmaya çalışıyorum. Bunda, son yıllarda çok kilo almış olmam kadar (hanımlar beğenmeyebilirler!), televizyondan bıkmış olmamın da payı var. Sekiz yıl süreyle hemen her gece ekrana çıktım ve doydum, hatta ikrah geldi diyebilirim... İsmet Paşa'nın bir lafı vardır, kendisini devirmeye kalkan Ecevit ve arkadaşlarına "sizin için istikbal olan şeyler benim için mazidir" demişti... Milyonlarca kişi için sihirli ve ulaşılmaz bir kavram olan "televizyona çıkmak" benim için ancak eski ve kabak tadı vermiş bir anıdır... Bir de, ben yazıları okunmayan ve ayakta kalabilmek, ismini sürdürebilmek için televizyonda görünmeye ihtiyaç duyanlardan değilim!

"ESKİ REYTİNGİ YOK" DEDİRTMEM KENDİME
-Çok kanal, çok fazla tartışma ve binlerce yorumcu var. Bu durum sizi rahatsız ediyor mu?
Biz ilk kuşak olarak doksanlı yıllarda bu işi yürüttüğümüz dönemde "reytingimiz" de bir hayli yüksekti. Şimdi gereğinden fazla kanal ve hepsi birbirine benzeyen çok fazla program var, tartışma var... Gecenin saat ikisinde televizyonda bağırıp çağırıp, hoplayıp zıplayıp bir de "eski reytingi yok" dedirtmem kendime... "Futbolu iyi zamanında bırakmış" diyebilirsiniz yani.
-Ekranlarda olmayınca Türk izleyicisi çabuk unutur. Yolda yürürken tanınmamaktan memnun musunuz?
Ekrana çıkmazsanız üç ayda unutulursunuz. Geniş kitlelerce unutulmak insana sokakta rahat yürüyebilme imkanını da sağlıyor. Eskiden yolumu kesip beni "esir alıyorlardı" ve bu beni çok rahatsız ediyordu. Şimdi ancak "tanıması gerekenler" tanıyorlar çok şükür.
TWİTTER'DAKİ ENGİN ARDIÇ BEN DEĞİLİM
-Kameralardan uzakta yaşıyorsunuz. Peki sosyal bir insan mısınız?
"Sosyal hayattan" kastınız internet ortamıysa, az evvel belirttiğim gibi buna ihtiyacım yok. Gazeteye bir yazı yazdıktan sonra bir de Twitter'de ona buna laf yetiştirecek değilim. Buna ne vaktim var ne de enerjim. Günde bir-iki saatten fazla bilgisayar başında kalmam, herşeyden önce sağlığa zararlı.
Yok eğer sosyal hayattan kastınız "orada burada görünmek" ise, yaşım 62... Elbette gittiğim yerler var ama Laila ya da Reina değil...
-Sanal alemde hiç yok musunuz?
-Siz kullanmıyorsunuz ama birileri sizin adınıza Twitter hesabı açıyor ve çok takip ediliyor.
Evet kulağıma geldi. Benim adımı kullanarak ona buna çatan birkaç kişi varmış. Bekir Coşkun'a hakaret etmiş o da bana dava açmış. Bunlar hakkında savcılığa suç duyurusunda bulundum, başka da yapacak bir şey yok.

ZAMANINDA ÇOK DAĞITTIM ŞİMDİ SAKİN YAŞIYORUM
-İnsanlar artık hayatının önemli bir bölümünü sosyal medyada geçiriyor. Siz bu mecraları sevmiyorsunuz. Peki bir gününüz nasıl geçiyor?
Genellikle şöyle geçiriyorum: Sabah erken kalkarım, saat 05.30-6.00 gibi. Bazı gazeteleri kapıcının getirdiği basılı sayısından, bazılarını da internetten okur, yazımı yazar gönderirim. Kahve ve sigara içmeden çalışamam! Sonra da "manken kızların" yaptığını yapar, yani kitap okur müzik dinlerim! Öğleden sonraları da birazcık uyuklarım. Her gün değilse bile eşimle yürüyüşe çıkar, yemek yer, alışveriş yapar ve dönerim... Akşamları genellikle evimde geçiririm ve film seyrederim. Maç olduğu zaman da maç izlerim.Yaşım artık 62... Vakt-i zamanında çok dağıtmış olduğum için şimdi çok sakin ve düzenli bir hayatım vardır.
-Seyahat etmeyi sevdiğinizi biliyoruz. Sık gittiğiniz ülkeler var mı?
Amerika'ya hayatımda hiç ayak basmadım, buna karşılık Yeni Zelanda'ya bile gittim... En çok eski Avrupa şehirleri tabii. Önceleri mutlaka ve mutlaka Paris'ti, buna sonra Viyana ve Berlin de eklendi. Bir ara Atina öne çıktı ama Atina'yı artık boşadım, tadı tuzu kalmadı! Londra'yı da hayatımdan çıkardım, on sekiz senedir gitmedim.
-Hiç "gitmem" dediğiniz yerler var mı?
Mehmet Barlas ağabeyin yarı şaka yarı ciddi bir lafı vardır: "Kişi başına milli geliri 10 bin doların altında olan ülkelere gitmeyeceksin!" Geri kalmış ülkelere gitmem, üzülüp dönmemek için. Görevle gitmek ayrı tabii. Örneğin, 2005 yılında Kahire'ye gittim, bir daha ayak basmamaya yemin ettim. Kim Türkiye'ye geri kalmış ülke derse alnını karışlarım, gitsin oraları görsün de sonra konuşsun.
