Türkiye'nin yakın siyasi tarihi köklü bir sistem sorununun varlığını ortaya koymakta. Başarısız koalisyon hükümetleri, erken seçimler ve siyasi istikrarsızlıkla geçen 90'lı yıllar mevcut sistem sorununun nelere mal olduğunu gösteriyor. Mevcut sistem sorununun ortaya çıkardığı maliyetli siyasi ve ekonomik sorunlar 2002'den beri devam eden AK Parti'nin tek başına iktidarı ile bir derece ortadan kalkmış olsa da, sistem sorunu henüz giderilememiştir. Öyle ki AK Parti'nin tek başına iktidarını devam ettirdiği istikrar ortamında bile zaman zaman siyasi krizler yaşanabilmektedir. Akıllarda 367 krizi olarak kalan ve 2007'de yaşanan cumhurbaşkanı seçimi krizi bunlardan bir tanesidir. 2007'de yaşanan cumhurbaşkanlığı krizini aşmak için referandum ile yapılan anayasa değişikliği ile cumhurbaşkanının doğrudan halk tarafından seçilmesi benimsenmiştir. Bu düzenleme ucunda 27 Nisan e-muhtırası ile görünür olan askeri darbe ihtimali bulunan krizi aşmak için yapılmıştı. Ancak bugün gelinen noktada doğrudan halk tarafından seçilen cumhurbaşkanı ile meclisten güvenoyu alan başbakanın yaşamaları muhtemel çatışmalar bir sistem değişikliği tartışmasını ve ihtiyacını kaçınılmaz kılmaktadır. 7 Haziran seçiminden sonra ortaya çıkan siyasi tablo ve çözümsüzlük Türkiye'nin neden bir sistem değişikliğini tartışmak zorunda olduğunu bir kez daha göstermiştir. 7 Haziran seçimi yüzde 95'lik bir temsilde adaletin yanında AK Parti'de yüzde 40'lık bir oy yoğunlaşması sağlamıştı. Ancak buna rağmen 7 Haziran tablosundan bir hükümet çıkmadı ve Türkiye karşı karşıya kaldığı krizi Anayasanın daha önce hiç uygulanmayan bir hükmünü uygulayıp seçim tekrarına giderek aşabildi. 7 Haziran'ı takip eden 1 Kasım seçiminde AK Parti'nin aldığı yüzde 49.5'luk oy oranı her ne kadar Türkiye'nin krizi atlatmasını sağlamış olsa da, sistem sorunu çözülmüş değildir. Bu açıdan 1 Kasım sonrası ortaya çıkan siyasi tablo Türkiye'nin sistem krizini aşmak için çok değerli bir fırsat sunmaktadır.
SERDAR GÜLENER / SAKARYA ÜNİVERSİTESİ
Partili cumhurbaşkanlığı ne anlama geliyor?
Hükümet sistemi tartışmalarında başkanlık sisteminin yanında diğer alternatif olarak partili cumhurbaşkanlığı modeli de zaman zaman gündeme gelmektedir. Cumhurbaşkanı seçilen kişinin içinden geldiği siyasi partinin genel başkanı ve üyesi olmasını ifade eden bu model, Türk anayasa düzeni açısından özellikle M. Kemal Atatürk, İsmet İnönü ve Celal Bayar'ın cumhurbaşkanlıkları ile anılmaktadır. Fakat 1961 Anayasası'nın 95. maddesi ile birlikte partili cumhurbaşkanlığı modeline anayasal bir engel getirilmiş, cumhurbaşkanı seçilen kişinin partisi ile ilişiğinin kesileceği belirtmiştir. 1982 Anayasası da 101. maddesinin son fıkrası ile "Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisi ile ilişiği kesilir ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği sona erer" şeklinde bir düzenleme getirmiştir. 1982 Anayasası'nın cumhurbaşkanı seçilmekle ile ilgili bir "bağdaşmazlık" kuralı olarak gördüğü "partililik"; cumhurbaşkanının hem parlamento hem de halk tarafından seçildiği karşılaştırmalı örneklerin önemli bir kısmından farklılık arz etmektedir. Fransa gibi yarı-başkanlık modellerinde Cumhurbaşkanının partili olması olağan bir durumken, İtalya, Avusturya, Almanya, Polonya ve İzlanda gibi nispeten daha az yetkilerle donatılmış devlet başkanlarına sahip parlamenter sistemlerde dahi cumhurbaşkanının partisi ile ilişkisinin kesilmesine dair özel düzenlemelere yer verilmediği görülmektedir. Kaldı ki özellikle geniş yetkilerle donatılmış bir Cumhurbaşkanlığı makamının parlamenter sistemle uyumsuzluğu dikkate alındığında, partili bir cumhurbaşkanının varlığı, hükümet sistemini yarı başkanlık modeline yaklaştıran ve ona kimlik kazandıran tamamlayıcı bir adım olarak düşünülebilir. Aslında 1961 ve 1982 Anayasaları açısından değerlendirdiğimizde cumhurbaşkanını meclisin seçtiği dönemlerde dahi partisi ile ilişiğinin kesilmesi hükmünün kağıt üzerinde kaldığı fazlaca örneğe rastlanabilir. Bu nedenle partili cumhurbaşkanlığı modeli tartışılırken özellikle halk tarafından seçilen bir cumhurbaşkanının seçilmek için ileri sürdüğü projelerin hayata geçirilmesi için gerekli olan organizasyonel ve finansal kapasitenin oluşturulması ihtiyacının dikkate alınması gerekmektedir. Ayrıca tarafsızlığın anayasal hükümler kadar, hatta belki de daha fazla biçimde, seçmen iradesine yansıyabilecek bir değer olabileceğinin de hesaba katılması faydalı olabilir.
SALİH BAYRAM / YALOVA ÜNİVERSİTESİ
Başkanlık sistemi medyada nasıl tartışıldı?
Türkiye medyasında başkanlık sistemi ile ilgili tartışmalar uzunca bir zamandan beri yapılmaktadır. Yakın dönemde ise konuya olan ilgi 2010 yılının Nisan ayında Başbakan Erdoğan'ın bir televizyon programında sarf ettiği sözler üzerine başlamıştır. Bu tarihten sonraki dönemde konuyla ilgili köşe yazılarına bakıldığında medyada konunun şu şekilde tartışıldığı görülmektedir: Başkanlık sistemi önerisini destekleyenler başkanlık sisteminin 'yeni Türkiye' için gerekli olduğu, 'eski Türkiye'nin bir parçası olan 'mevcut parlamenter sistem'in çok sayıda aksayan yönlerinin bulunduğu, 'başkanlık sistemine karşı' çıkanların bunu daha çok kendi menfaatleri nedeniyle yaptıkları, 'Cumhurbaşkanlığı seçimi'nin yeni bir fiili durum meydana getirdiği, başkanlık sisteminin 'çözüm süreci'ni hızlandırıp 'yerel yönetimler'i güçlendireceği, başkanlık sisteminin demokratik 'siyasal sistem'lerden biri olduğu ve 'hızlı karar' almaya izin veren bu sistemin Türkiye'yi 'söz sahibi ülke' haline getireceği argümanlarını kullanmışlardır. Başkanlık sistemi önerisine karşı çıkanlar ise başkanlık sisteminin 'kendine özgü' koşulları olan 'ABD dışında' örneğin 'Latin Amerika'da başarılı olamadığı, AK Parti'nin 'kuvvetler ayrılığı'na zarar veren ve dünyadaki diğer örneklere benzemeyen 'Türk tipi' bir başkanlık önerdiği, mesela AK Parti önerisinde başkan 'yüksek yargı' mensuplarını tek başına atayabilirken 'ABD'deki Başkanlık' sisteminde bunun için parlamentonun onayına muhtaç olduğu, 'Erdoğan'ın başkanlık' talebinin 'tek adam'lık isteğinden ileri geldiği ve 'başkanlık sistemi adı altında' 'Türk milleti'nin bölünmeye çalışıldığı argümanlarını kullanmışlardır. Kullanılan argümanların kaynakları incelendiğinde, öneriye karşı çıkan yazılarda parti metinlerinden gelen argümanlarla akademik literatürden gelen argümanların nispeten daha az kullanıldığı görülmüştür. Bunun nedeni öneriye karşı çıkan partilerin -öneri sahibi AK Parti'nin aksine- konuyla ilgili çok az sayıda metin üretmesi ve öneriye karşı çıkan yazarların teorik bir sistem tartışması yapmaktansa AK Parti önerisini tartışma konusu yapmayı tercih etmeleridir. Son olarak, tartışmaya birden fazla yazıyla katılan yazarlar öneriye yönelik tutumlarında tutarlı davranmış, herhangi bir yönde görüş değiştirenlerin sayısı sınırlı kalmıştır.
NEBİ MİŞ / SETA
Türk tipi başkanlık sisteminde denetim ve denge
Türkiye için başkanlık modelini tartışmanın başlangıç noktası, siyasal istikrarı sürekli kılan, demokratik bir hükümet sisteminin inşasıdır. Ayrıca bu noktaya mevcut yapının muhakkak bir sistemik krizle er ya da geç karşılaşacağını eklemek gerekmektedir. Bu unsurları sürekli hatırlatarak meseleyi konuşmak, sonraki söyleyeceklerimizi ancak anlamlı kılabilir. Ardından şu sorunun cevabı aranmalıdır: Etkin yönetim, siyasal istikrar, demokratik işleyiş bakımından, Türkiye'nin siyaset sosyolojisi ve kültürüne uygun başkanlık sisteminin denetim ve denge mekanizmasının olmazsa olmazları neler olmalıdır? Denetim ve denge mekanizması ortaya konurken, başkanlık sisteminin Amerikan siyasal kültürüne has özelliklerini de aşarak tartışmak gerekmektedir. Şunu unutmamak gerekiyor: Dünyada başkanlık sisteminin en iyi örneği olarak gösterilen Amerikan modelinin de birçok değişiklik geçirmesine rağmen, sistemin mevcut krizli hallerine yönelik revizyon istekleri sürüp gitmektedir. Türkiye için başkanlık sisteminin birçok teknik boyutu olsa da, denetim ve denge mekanizması açısından, üzerine yoğunlaşılması gereken öncelikli dinamikler bulunmaktadır. Bunlardan ilki, başkanlık sisteminde seçim sisteminin modeli, şekli ve zamanlamasıdır. Burada başkan ve Meclis seçimlerinin zamanlaması ve milletvekili seçimlerinin hangi sistemle gerçekleştirileceği önemlidir. İkinci olarak, başkan ve yasamanın seçimlerin yenilenmesine yönelik fesih meselesinin nasıl bir mekanizmayla düzenleneceği hayati derecede önem arz etmektedir. Çünkü bu mesele olası bir sistem tıkanıklığında krizin nasıl aşılacağıyla doğrudan ilgilidir. Üçüncü olarak, başkanın yasama alanına girecek düzenleyici işlem yapma yetkisinin çerçevesinin ne şekilde düzenlemesi gerektiğidir. Yani yasanın düzenlediği alanda başkanın kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisinin bulunup bulunmayacağı tartışılmalıdır. Dördüncü olarak, Türkiye için başkanlık sisteminde, başkanın yasamanın alanına ilişkin yasa teklifi sunma ve veto yetkisinin de denetleme ve dengeleme sistemi açısından öncelikli olarak tartışılması gerekmektedir. Bu meselelerin kamuoyunda, ön kabullerin ötesinde nitelikli bir şekilde tartışılmasının ardından Türkiye için başkanlık modeli daha da netleşmiş olacaktır.