ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ
Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, Anayasa'nın 50 bin kere düzeltildiğini ama o antidemokratik, totaliter ruhun değiştirilmemiş şekilde durduğunu belirterek, şunları kaydetti:
"Deli gömleği gibi bu milletin sırtında duruyor. Bunun mutlaka değiştirilmesi lazım. Türkiye'de bu anayasadan kurtulmamız lazım. Bunun için de parlamentoda bulunan partilerin tamamı millete söz verdi. 1982'de anayasaya oy verdik, ertesi günden itibaren yeni anayasa tartışmaları başladı. Sanki Türkiye'de yeni anayasa tartışmaları çok yeni bir meseleymiş gibi bazıları bunu gündeme getiriyor. Hatta başkanlık sistemiyle ilgili tartışmalar da sanki ilk sefer duyulmuş gibi hareket ediliyor. Hayır. En az 20-25 yıldır Türkiye hem yeni anayasayı tartışıyor hem etkin bir yönetim sistemi aracı olarak başkanlık sistemi konusunu tartışıyor. Bu parlamento hangi yasama faaliyetini yaparsa yapsın eğer yeni bir anayasa yapmazsa siyaseten hiç bir şey yapmamış olur. Dolayısıyla bu parlamentonun boynunun borcudur. Sadece AK Parti grubu için söylemiyorum. Bütün partilerin boynunun borcu demokratik, sivil, katılımcı yeni bir anayasanın yapılmasıdır. Yeni anayasaların yapılması sadece bir hukuk metni yazması değildir. Bir toplumsal olgudur, toplumsal mutabakattır. Türkiye'de bu oluşmuştur. Artık biz bir sivil anayasa yapalım, milletimiz bunu istiyor. Bütün siyasi partilerin tabanları bunu istiyor. Çünkü anayasaları ya askerin dipçiğiyle ya palet şakırtıları arasında yaptık. Bunu Türkiye'nin aşması lazım."
Kurtulmuş, yeni anayasa konusunun bütün partilerin halka karşı sorumluluğu olduğunu ifade ederek, "317 milletvekiliniz varken, niye siz 3 tanesiniz. 40 milletvekili olan da 3 temsilci veriyor. Böyle komisyon olur mu?" şeklinde eleştiriler de aldıklarını anlattı.
İyi niyeti göstermek istediklerini, herkesin masaya eteklerindeki taşları dökmesini, tekliflerini sunmasını istediklerini belirten Kurtulmuş, "Biz teklifimizi söyleyelim. Tartışalım, ortalama bir şey ortaya çıksın. Uzlaşabilirsek uzlaşalım. Ama kusura bakmayın. Yapmış olduğumuz iyi niyete rağmen masaya oturacağız, 'şu şu kırmızı çizgilerim var. Bunlar olmazsa ben oturmam. Cumhurbaşkanı şurada özür dilemezse ben oturmam' derseniz bunun bir tane adı var. Siz anayasa yapmaktan kaçıyorsunuz demektir. Millet de kim bu masadan kalkarsa bunu anayasa kaçkını olarak görür ve o şekilde değerlendirir" dedi.
Numan Kurtulmuş, "AK Parti'nin B planı var mı? Masadan kalktı geri dönülmüyor, anayasa olmayacak mı?" sorusu üzerine, "Hayır öyle bir şey olmaz. Biz yeni bir parlamentoyuz. Bu parlamentonun gündemi ilanihaye yeni bir anayasayla işgal edilemez, meşgul edilemez. Belli bir süreye kadar. Bu yasama döneminin sonuna kadar, belki eylül, ekime kadar bu çalışmalar sürdürülür" dedi.
Çalışmaların boşa geçmeyeceğini, yeni anayasayla ilgili yapılan her şeyin bir müktesebat oluşturduğunu anlatan Kurtulmuş, "Belli bir noktaya gelinir, eğer buradan bir sonuç alınamayacağına net kanaat getirilirse AK Parti olarak teklifimizi parlamentoya sunarız. Önce 367, bulamazsak 330'u bulmaya çalışırız ve millete gideriz. Dolayısıyla nihayetinde anayasanın sahibi millet olacağına göre her halükarda millete gidecek bir yolun önünü açmaya gayret ederiz" diye konuştu.
Sadece bir maddenin değiştirilmesinin bile bazı zihniyetlerce kabul edilmeyeceğini ifade eden Kurtulmuş, "Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir. Millet bu hakkını seçilmişler eliyle kullanır' diyelim. Hemen karşı çıkarlar. Yani yasama, yürütme, yargı birbirinden ayrı olsun ama bunların hepsine millet dokunsun. Sistemin birinci problemi burasıdır. Yani bürokratik oligarşi anayasal güvence altındadır" ifadelerini kullandı.
Başbakan Yardımcısı Kurtulmuş, Türkiye'de iddia edildiği gibi güçler ayrılığı prensibinin olmadığını, güçler çatışmasına dayalı bir yönetim sisteminin bulunduğunu ifade ederek, şunları söyledi:
"Yasama, yürütme iç içe girmiştir. Parlamentoda çoğunluğu olan ne isterse onu yapıyor, muhalefet ne isterse istesin. Bu bir demokrasi değil. Eğer demokrasiden bahsediliyorsa tam manasıyla güçler ayrımı, çok iyi kontrol edilen bir yasama faaliyeti ve yürütme müessesinin de çok iyi denetlendiği bir güçler ayrımının ortaya konulması. Bunları Türkiye yapmak mecburiyetinde. Bunları yapamazsa Türkiye gerçekten vakit kaybetmiş olur. Gerçekten bu sistem Türkiye'yi taşımıyor. Başkanlık sistemi ise bizim teklifimizde bütün bu anayasal reform sürecinin içerisinde sadece bir bölümdür. Etkin bir yürütme ne Cumhurbaşkanımızın şahsıyla ilgili ne de AK Parti'nin partisel bir meselesidir. Yürümeyen bir sistem var. Etkin bir yürütme müessesesinin olabilmesi için iyi denetlenen bir yürütmenin olabilmesi için bizim teklifimiz başkanlık sistemidir. Başka bir parti, CHP 'Hayır benim teklifim budur' diyorsa, buyursun o da teklifini söylesin. Kararı verecek olan da millettir. Dönelim millete 'hangisini istiyorsun' diye soralım ya da 'bu anayasaya oy veriyor musun vermiyor musun' diye soralım. Millet 'Hayır, istemiyorum' derse zaten diyecek bir şey yok. Ama peşinen millet adına, sanki milletin kararı cebinde bulunuyormuş gibi hiç kimsenin davranmaya hakkı yok."
"Başkanlık sistemi AK Parti'nin kırmızı çizgisi mi?" soru üzerine Kurtulmuş, kırmızı çizgiyi milletin koyduğunu ve milletin bu ve bir önceki parlamento oluşurken "Türkiye'de yeni bir anayasa, anayasal reform" sürecine sıcak baktığını AK Parti'ye yüzde 50 oy vererek gösterdiğini dile getirdi.
Kurtulmuş, tartışılan konuların hiçbirinin "Allah'ın kelamı" olmadığını belirterek, 1961'de ve 1982'de mevcut sistemi getirenlerin, bürokratik oligarşiyi anayasal teminat altına alırken ve sistemin içerisinde bu güçler ayrımı çatışması prensibini koyarken, "Ortada bir sandık var, bu sandık olduğu için millete güvenilmez. Millet bakarsın davulcuya, zurnacıya kaçar. Millet ne oy verirse versin biz bu kurumlarımız vasıtasıyla milleti istediğimiz gibi yönetelim, eğer bunda da başarısız olursak, layüsel bir cumhurbaşkanı sistem adına milletin ensesinde boza pişirsin"i tasarladığını anlattı.
Fiilen 10 Ağustos 2014 seçimleriyle sistemin bir dönüşüme girdiğine işaret eden Kurtulmuş, "Rahmetli Turgut Özal'ı ve Sayın Abdullah Gül'ü dışarıda bırakırsanız, aşağı yukarı Türkiye'de seçilmiş bütün cumhurbaşkanlarına parlamentoda karar verilmiştir ama aslında bir odada karar verilmiştir. Birileri odada karar verip, 'Şu, cumhurbaşkanı olacak' diye ilan etmişlerdir, cumhurbaşkanı olmuştur. Hatta öyle dönemler Türkiye geçirdi ki cumhurbaşkanı adayı olmanın dahi meşru olmadığı dönemler. Mesela Ali Fuat Başgil'in 60 darbesinden sonra cumhurbaşkanı olmasına izin verilmemesi gibi. Çok şükür bunlar geride kaldı" diye konuştu.
Kurtulmuş, başkanlık sistemine geçilse de geçilmese de artık milletin cumhurbaşkanını seçmesi şeklindeki değişikliğin yapıldığına değinerek, şöyle devam etti:
"Zaten ortada fiilen milletin iradesini kontrol etmek üzere çok büyük yetkilerle donatılmış bir cumhurbaşkanlığı makamı var. Yani isterse Türkiye'yi seçime götürebiliyor, isterse parlamentodaki bir milletvekiline başbakanlığı verebiliyor. Geçmişte oldu mu? Oldu. Üçüncü partinin başkanı Sayın Mesut Yılmaz, başbakan oldu. Tek başına bir milletvekili olan Sayın Yalım Erez, başbakan oldu. Türkiye bu tecrübeleri yaşadı. Bir tecrübe daha yaşadı Türkiye. Birisi parlamento tarafından seçilmiş, diğeri halk tarafından seçilmiş başbakanla, cumhurbaşkanları arasında çok derin fay hatlarının, kavgaların, sürtüşmelerin olduğu, maalesef sistemin doğası gereği olduğu dönemler oldu. Rahmetli Özal'la Demirel'in kavgalarının, rahmetli Ecevit'le kendisinin seçilmesini bizzat sağladığı Ahmet Necdet Sezer arasındaki kavgaların Türkiye'yi ne hale getirdiğini biliyoruz. AK Parti'nin ilk dönemlerinde Sayın Sezer döneminde başbakanlık müsteşarının dahi atanamadığı dönemleri, üçlü kararnamelerin çoğunun köşkte bekletildiğini biliyoruz. Bu yapı, zaten bunun için kurulmuş. Biz devrim niteliğinde bir adım attık, artık kapalı kapılar ardında değil, halkın meydanında, siyaset meydanında cumhurbaşkanı seçecek adımı attık. Bu, Türkiye demokrasisi için bir devrimdi. Şimdi melez bir sisteme Türkiye döndü. Bunun bir türlü düzeltilmesi lazım. Bu anlamda Türkiye için bu etkin bir yönetimin parçalarından birisidir, ama sorumluluğu da çok yüksek. Eğer bizim tasarladığımız bir başkanlık sistemi olursa çok açık söyleyeyim, bugünkü cumhurbaşkanlığı sisteminden çok daha sorumluluk altında olan bir başkanlık modeli olacaktır, ki doğrusu budur. Çünkü parlamentoya karşı sorumlu olacaktır doğrudan doğruya başkan. Yasama ile yürütme tamamen birbirinden ayrı olacaktır. Hatta yürütmede bulunanlar yasama organının içinden olmayacaktır belki. Bu, Türkiye için bundan sonra çok daha hızlı yürüyebilmesinin araçlarından birisi olacaktır."