Toplumca cinnet geçirdiğimiz bir büyük maç daha geride kaldı.
Fenerbahçe-Galatasaray maçını, öncesi, oynandığı an ve sonrasıyla üç bölümde ele alırsak finali
gencecik bir çocuğun toprağa düşmesiyle koyabiliriz. "Futbol asla futbol değildir" kitabının yazarı
Simon Kuper, hayatla bağlantısını ne de güzel anlatır. Biz bu sözü "ırkçılık, şike, küfür, yalan, kibir, aşağılama, hazımsızlık" diye özetlersek herhalde yanlış olmaz...
Öyle bir kısırdöngü ki; hep aynı oyun oynanıyor... Maçtan birkaç gün önce kulüplerin ileri gelenleri ortalığı konuşmalarıyla bir güzel hazırlar (siz bu sözü gerer diye okuyun). Sözleri spor basını tarafından manşetlere çekilir. O yöneticilere yakın yorumcular da
"aslında ne demek istedi" diyerek belden aşağıya vurmayı bir güzel tamamlar. Buraya dikkat edelim, sonra o yorumcular olaylar olup bittikten sonra "nereye gidiyoruz, çok ayıp" yazıları döşenir. Eğer taraf oldukları takım zor duruma düşerse hemen savunma, aklama ya da saldırma gibi pozisyonlar alarak devam ederler...
Ve maç günü gelir, herkes hazırdır artık
arenada boğazlaşma başlayabilir. Taraftar pimi çekilmiş bomba gibidir, taca çıkan bir top için bile ortalığı kasıp kavurmaya hazırdır...
Mide rahatsızlığı olan arkadaşlar, yemeden önce dünyanın her yanında olan ritueli yaparak muzu sahaya doğru sallar!
Sıra artık başrol oyuncularındadır.
Sakin sakin oynanırken itiş kakış başlar, biri ötekini iter, öteki yere düşüp kıvranır...
A hiç bir şey olmadı, derken
olağan şüpheliler ortaya çıkar ve boğazlama, tırnaklama, anneye küfür derken film kopar. Oyun biter, asıl maç başlar...
Biri galibiyet kutlar, diğeri yenilmesine rağmen şampiyonluğu...
Futbolcular ve yöneticiler o gerginlikle ucu nereye varacak diye düşünmeden konuşur da konuşur...
"Niye yan baktın" cinayetleriyle sarsılan memlekette bir futbolcunun terbiyesizce hareketi de "ne olmuş" yani diye savunulur...
Yabancı futbolcular bile yoldan çıkar, demeç üstüne demeç verirler. Artık olay medya ile sosyal paylaşım siteleri üzerinden yürümeye başlar.
Bir yandan "yapmayın etmeyin bize yakışmaz" diye
timsah gözyaşlarıyla dolu köşeler, yanıbaşında hala birbirlerini boğazlayan adamların demeçleri.
Hiçbirinin aklına
"ya bir susun" demek gelmez. Haber adı altında her takımın sayfasında veryansın hızla sürer gider...
Ama görev bitmemiştir, çünkü ceza verilecektir. Kurumları etkilemek için yayınlar devam eder. "Bak bu da var o da var" diye diye muhabbet sürer gider...
Çünkü sistem böyle kurulmuştur, birbirlerini beslerler...
Ne güzel günlerce konuşacak malzeme çıkmıştır, bu arada dünya seni
"ırkçı, katil" diye damgalar ama ne gam... Ve İstanbul'un ortasında bıçaklar konuşur...
19 yaşındaki genç bir bıçak darbesiyle
can verir...
***
"cinayeti kör bir kayıkçı gördü ben gördüm kulaklarım gördü vapur kudurdu kuduz gibi böğürdü hiç biriniz orada yoktunuz."
Atilla İlhan