Cumhuriyet döneminin en seçkin ve zengin ailelerinden birinin oğluydu Vedat Eczacıbaşı. 27 Mayıs İhtilali'nden sonra bir gece, bir meyhanede arkadaşlarıyla eğlenirken kadehini devrik başbakan Adnan Menderes için kaldırdı. Orada bulunanlar tarafından ihbar ve polis tarafından tutuklanıp hapsedildi. Ailesi onu kurtaramadı. Birkaç intihar girişiminin ardından böbrek yetmezliğinden öldü. Zehra Aylin, Atatürk'ün manevi kızlarından biriydi. Eğitim için gittiği Londra'dan dönerken Fransa'da bir trenden atlayarak intihar etti. Vedat Uşaklıgil, dönemin büyük yazarlarından Halit Ziya Uşaklıgil'in oğlu, Latife Hanım'ın yeğeniydi. Atatürk'ün sofrasında piyano çalmış, bizzat onun tarafından Dışişleri Bakanlığı'nda görevlendirilmişti. Tiran Büyükelçiliği'ndeki odasında ölü bulundu. Sadri Maksudi Arsal, Türk Tarih Tezi'nin fikir babalarından, Atatürk'ün sofra arkadaşlarındandı. Atatürk tarafından icat edilen Denizbank adının Türkçe kurallara uygun olmadığını söylediği için adeta linç edildi. Ne cahilliği kaldı ne de hainliği... İzak Altabev, Musevi Cemaati'nin önde gelenlerindendi. 1960 Darbesi onu yatağında yakaladı; yaşlı ve hasta oluşuna bakılmaksızın tutuklanıp Yassıada'ya götürüldü. 28 Kasım 1960'da kalkp krizi geçirip vefat etti. Foks, Atatürk'ün çok sevdiği köpeğiydi; yurt gezilerinde, diplomatik ziyaretlerde, meşhur ziyafetlerde onunla birlikteydi. Ta ki bir gün elini ısırana kadar. Sözünü ettiğimiz bu hikayeler Timaş tarafından yayımlanan Cumhuriyet'in Beyaz Mağdurları kitabından alındı. Taraf gazetesi yazarı Yıldıray Oğur, yakın tarihimizin çok az bilinen, unutturulmak istenen hikayelerinin peşine düşmüş; ötekileştirilip, yok edilmek istenenlerin izini sürmüş. Üstelik bu kez kurbanlar yoksul, zenci, gayrimüslim filan değil; bembeyaz, varlıklı, laik, görünürde sistemle bir sorunu olmayan insanlar. Kitapta, yukarıda belirttiğimiz isimlerin dışında, Atatürk'ün diğer manevi kızı Ülkü Adatepe'nin; hepsi Türkiye için büyük öncülük olan uçakları, fabrikaları, havaalanları hatta partisi elinden alınan Nuri Demirağ'ın, adlarına Hürriyet Şehitleri denilen, kısa bir süre için Anıtkabir'e defnedilen gençlerin, milli santrafor Zeki Rıza Sporel'in, erken dönem feministi Nezihe Muhiddin'in ve dünyaca ünlü akademisyen Muzaffer Şerif'in hikayeleri de mevcut.
Cumhuriyet, bizi ayıran bir kavrama dönüştü
- Bu kitapta anlattığınız öykülerin ortak noktası nedir?
- Evet, şimdi tekrar düşündüm de pek bir ortak noktaları yok gibi duruyor. Türk Tarih Tezi'nin oluşturulmasında rol almış milliyetçi ordinaryüs profesör, ülkenin en önde gelen burjuva ailelerinden birinin oğlu, en ünlü edebiyatçılardan birinin oğlu, milli takımın efsanevi santraforu, Atatürk'ün manevi kızı, feminist hareketin öncüsü ya da dünya çapında bir akademisyen... Ortak noktaları rejim mağduru Beyaz Türkler olmaları. Devletin mağdurlar albümündeki bildiğimiz figürlere benzememeleri. Bu ülkede rejim sadece dindarları, Kürtleri, gayrimüslimleri, solcuları, Alevileri ötekileştirmedi; kırmızı çizgilerini aştığı anda kendisine en yakın olanların, en güçlülerin, en varlıklıların da karşısına dikildi. Onları da ötekileştirdi. Kitap, albümdeki bu kilitli sayfayı açmaya çalışıyor.
- Diğer tarafta yüzlerce, hatta binlerce örnek varken, sadece 12 insanın hikayesine dayanarak böyle bir tez ortaya atmak uygun olur mu?
- Bugün Türkiye tarihiyle yüzleşiyor. Tarih gündelik siyasetin bir parçası. Başbakan çıkıyor, Kürtlere asimilasyon yapıldığını ve bunun artık bittiğini ilan ediyor. Dersim Katliamı için özür diliyor. 27 Mayıs, 12 Eylül, 28 Şubat darbeleri yargılanıyor, devletin karanlık sayfaları açılıyor, itibarsızlaştırılmış insanlara itibarları iade ediliyor. Çünkü bütün bu mağduriyetlerin bugün siyasi ve toplumsal hayatta bir karşılığı var. O mağduriyetlerin hesabını soranlar var. Peki ya hesabını soracak kimsesi kalmamışların ya da daha kötüsü, o hesaplaşmayı yapması hâlâ tehlikeli olanların mağduriyetlerinden kim bahsedecek? İsimleri seçerken haklarında daha az şey bildiğimiz, neredeyse bir sükut suikastına mahkum edilmiş isimleri seçtim. Rejimin en yakınında yer almış, mağduriyeti en beklenemedik olanları. Tabii bir eleme yapmak zorunda kaldım. Daha kutularda epeyce hikaye bekliyor.
- Cumhuriyet neticede bir yönetim biçimi değil mi? Bu insanlar nasıl cumhuriyetin mağduru olur?
- Cumhuriyet, uzun süredir ilkokul kitaplarında okuduğumuz halkın kendi kendini yönetmesinden fazla bir şey demek. O masum cumhuriyet yok artık. Okulları 29 Ekim'de elişi kağıtlarıyla süslediğimiz cumhuriyet, bugün siyasi kamplaşmada bir cephenin adı ve bayrağı artık. Üzerimize üzerimize sallanan bir bayrak hatta. Bizi birleştiren değil ayıran bir kavram artık cumhuriyet. Ay yıldızlı bayrak değil, Atatürk'ün kalpaklı resminin olduğu o politik bayrak. Gelecekle ilgili değil, geçmişle ilgili, bizi heyecanlandıran değil, sürekli tehdit altında olup korunması gereken.
Birbirimizi suçlamaktan vazgeçelim
- Sizin de belirttiğiniz gibi tırnak içerisinde 'siyahlar'ın zulme uğradığı söylenegelir, bilinir. Peki, beyazlar da benzer muamelelere maruz kaldıysa muameleci kim?
- Mazlumlarla zalimler bu kez aynı sınıftan. Hepsi Türk, laik, varlıklı. Devlet, işte, burjuva sınıfının aracıdır diyen klasik Marksist bir okuma Türkiye'de Vedat Eczacıbaşı'nın nasıl linç edildiğini açıklayamaz. Eczacıbaşı ailesinden Vedat Eczacıbaşı zamanının Reina'sı olan Gaskonyalı Toma meyhanesinde kadehini Yassıda'da idama mahkum edilen Menderes için kaldırıyor. Yan masada onunla kavga edip, polisi çağıranlar arasında ünlü işadamları, siyasetçiler var. Türkiye devleti milliyetçidir diyen biri de Türk Tarih Tezi'ni yaratan isimlerden Sadri Maksudi'nin Atatürk'ün sofrasında ağırlanan bir profesörün bir gece yarısı radyodan cahil ilan edilmeye giden hikayesini anlamakta zorlanır. Ülkü Adatepe'nin Musevi biriyle evlenmesini mesele eden Hürriyet gazetesinin uzun süre 'Dönme gazetesi bu,' diye tahkir edilmesini, Türkiye'yi Yahudiler, Masonlar yönetiyor diyen birinin yaşlı ve hasta bir Musevi vekilin bir darbe tarafından nasıl ölüme gönderildiğini anlamakta da. Türkiye'de devletinin ideolojisini en iyi açıklayan kavram 'raison d'etat', yani 'hikmeti hükümet'tir. Devlet kendisi için vardır, varlığını sadece kendisine borçludur. Kimseye bir minnet borcu, bağlılığı yoktur. O yüzden kimsenin gözünün yaşına bakmamıştır. Bunu anlarsak ancak yakın tarihi anlayabiliriz ve birbirimizi suçlamaktan vazgeçebiliriz.
- Kitapta anlattığınız kişilerin yakınları ne yaptı? Uzlaşmayı mı çatışmayı mı tercih ettiler?
- Ne yapabilirlerdi ki? Vedat Eczacıbaşı, Menderes'i övmekten 27 Mayıs rejimi tarafından tutuklanınca aile savcıya gidip ricacı oluyor. Savcı da 'Olay gazetelere düşmezse hallederim ama düşerse elimden bir şey gelmez,' diyor. Bu kez aile, gazetelerin genel yayın yönetmenlerini dolaşıyor. Eczacıbaşılar o zamanın da en zengin ailelerinden biri, en büyük reklam verenlerden biri, hatta bazı gazetelerin sponsoru. Önce 'Evet' diyorlar ama sonra önce en yakınlarındaki gazeteler sözlerini tutmuyor ve manşetten Vedat'ı haber yapıyorlar. Hürriyet, ağabeyi Nejat Eczacıbaşı'na soruyor 'Kim bu yakalanan?' diye. Cevabı ne biliyor musunuz? 'Akrabalık bağımız var, şirketimizle bir ilgisi yok.' Bu cevabı veren Nejad Eczabaşı da darbenin lideri Cemal Gürsel'in bakanlık teklif ettiği bir isim. Halid Ziya ise oğlu genç yaşta kaybettiği oğlu Vedat Uşaklıgil'in ardından ancak yıllar sonra Bir Acı Hikaye'yi yazabiliyor. O da her şeyin bir sır perdesi arkasında anlatıldığı, oto sansürlü bir kitap. Uşaklıgil ailesinde Vedat'ın hikayesi hâlâ kısık sesle konuşulan hatta hiç konuşmamanın tercih edildiği bir hikaye. Düşünün, bu aile Cumhuriyet gazetesinin imtiyaz sahibiydi.
Atatürk'ün çok sevdiği köpeği Foks da Beyaz Türk sayılır
- Bu kişilerin aileleriyle şahsen tanıştınız mı? İlgili bölümleri kendileriyle paylaştınız mı? Nasıl bir tepki bekliyorsunuz?
- Hâlâ akrabaları, torunları yaşayanlara, bulabildiklerime, ulaşabildiklerime metinleri önceden göndermeye çalıştım. Bir kısım hikayenin kısa versiyonlarını daha önce Taraf'ta yazmıştım; o zaman ses çıkarmayanları 'Herhalde konuşmak istemiyorlar,' diyerek rahatsız etmek istemedim.
- Neden bu sessizlik?
- Gayet iyi anlıyorum bu sessizliklerin nedenini. Beyaz Türk bir ailenin kendilerini yakın hissettikleri sistemin mağdurlarından biri olduğunu kabul etmesi epey zor bir iş. Alternatif hikayeler yaratılmış. Mağduriyetin içinde Atatürk varsa 'Atatürk istemedi; İnönü ya da yakın çevresi onu zorladı,' gibi bugün bu gerçekle yaşamayı kolaylaştıracak alternatif resmi hikayeler bunlar... Askeri vesayetin daha yeni yeni geri püskürtüldüğü bir ülkede milyarca dolarlık şirketleri olan bir burjuva ailesinin, evlatlarını bir darbeye kurban verdiklerinin bilinmesi pek istememesi anlaşılır bir şey. Ama kitaptan rahatsız olacaklarını zannetmiyorum. Çünkü 12 hikayenin kahramanlarının tarafında duran, onlar için yıllar sonra 'İyi bilirdik,' demek, örselenmiş ruhlarına biraz huzur vermek için yazıldı kitap.
- Atatürk'ün köpeği olan Foks'u da kitaba dahil etmenizin özel bir nedeni var mı?
- Hayvan Partisi kurucularından olmam herhalde. Ama esas onu da listeye eklememe neden olan şey galiba Atatürk'ün köpeğinin gerçek hikayesinin bile bu kadar çarpıtılması, bir gizem perdesi arkasına saklanması, günün ihtiyaçlarına göre kesilip biçilmesi oldu. Foks bir Alman av köpeği. O da bir Beyaz Türk sayılır. Atatürk ve İnönü dışında Anıtkabir'de yatan tek isim Foks biliyorsunuz. Anıtkabir'in müze kısmında Atatürk'ün balmumu heykelinin yanında içi doldurulmuş olarak sergileniyor. Gelip geçenleri ısırmak istiyor yine bence. Ve bu kez çok haklı...