SAVAŞ OYUNCAKLARI
Savaş yıkım demek, acı demek... Bütün bunlar yaşanırken hayat da değişiyor elbette, yaşama tutunmaya çalışanlar farklı yöntemler geliştiriyor. Emine de savaşın sadece acılardan, dramlardan ibaret olmadığını söylüyor: "Herkes kendi hayatına maalesef savaşın getirdiği yönlendirmelerle devam ediyor; oyunlar da değişiyor, yediğimiz yemek de... Biz çocuktuk ve savaşı öyle yaşadık. Nasıl anneler savaş boyunca ailelerini doyurduysa, biz de çocukluğumuzu yaşadık. Oynadığımız oyunlar hep savaşa dairdi. Mermi toplardık mesela, tahtadan silah yapardık. Mesela kitabımın adı da çocuksu. Benim için kurşunların rengi vardı, görüyordum o renkleri. Bu bir yetişkinin görebileceği bir şey değil. Büyükler kurşunların öldürücü özelliği ile ilgilenir, ama çocuk o yaşta, kurşunun nasıl bir şey olduğunu, ne işe yaradığını bilmiyor ama kurşunun renklerini ilgisini çekiyor."
TÜNELDEN FİLM GİBİ BİR KAÇIŞ
Bosna Savaşı esnasında Kızılhaç Örgütü'nün verilerine göre 312 bin kişi hayatını kaybetti, binlerce insan evinden, ülkesinden ayrılmak zorunda kaldı. Şeçeroviç ailesi uzun süre kuşatma altındaki Saraybosna'da kalmak için uzun süre direniyor. Aileden ilk kopan geride kalan tek erkek evlat olan Mersuddin oluyor. Mersuddin Türkiye'ye kaçıyor. Bir süre sonra koşullar ağırlaşınca aile, Emine ve annesinin de Türkiye'ye kaçmasına karar veriyor. Emine korkuyor, çünkü babası geride, Saraybosna'da kalacak. Ne kadar ağlasa da sonunda ana-kız yola çıkıyorlar. O dönem Boşnak ordusunun bir evin içinden açtığı tünel kullanılarak kaçıyor insanlar. Tüm ilaç, silah sevkiyatı da bu tünel sayesinde yapılıyor. Tünel deyince gözünüzün önüne rahat bir yol gelmesin, ancak bir kişi geçebilecek genişlikte derme çatma bir yapıdan bahsediyoruz. Emine ve annesi hem bu tüneli hem de sonrasında, kurşun yağmuru altındaki yolu geçerek, dağları aşıp Hırvatistan üzerinden Türkiye'ye gelmeyi başarıyorlar. Bütün bu hikaye üzerinden neredeyse 20 yıl geçti. Bosna halkının yaraları kabuk bağladı, kimi olanları unuttu ya da artık unutmak istiyor; Emine'ye göre bazıları da unutturmak: "Bugünü anlayabilmemiz için geçmişi unutmamalıyız. Bir kinden, intikamdan bahsetmiyorum ama güzel bir gelecek için bize olanları unutmamalıyız."
SIRPLARA GÜVENEMEM
Emine Şeçeroviç'e son olarak Sırplarla ilgili hissini soruyoruz, gözlerimize bakıyor ve çok net anlatıyor: "Çok dikkatliyim, hiçbirine güvenmiyorum. Hepsi aynı mı? Değil kesinlikle. Çok farklı, savaş karşıtı Sırplar var. Savaşı bizimle yaşamış, yardımlaştığımız Sırplar da oldu. Ama bunların sayısı çok çok az. Dolayısıyla yüzde 95'i diğer gruba giriyor benim gözümde. Kin, nefret, intikam gibi bir his kesinlikle duymuyorum. O beni bitirirdi. Sadece unutmuyorum. Buna önyargı denilebilir ama bizim yaşadığımız savaşı kim yaşasaydı böyle hisseder, böyle düşünürdü. O savaş dağda askerlerin arasında geçen bir savaş olsaydı belki başka bir gözle bakabilirdim. Ama bize yapılanlar insanlık dışıydı. Birlikte yaşadığımız komşularımız bize bunları yaptı. Benim ağabeyimi Sırplar öldürdü. Benim çocukluğumu Sırplar aldı..."
SAVAŞ MAĞDURU KADINLAR AKIL ALMAZ İŞKENCELERE MARUZ KALDI
Her savaşta en çok kadınlar ve çocuklar ezilir, Bosna Savaşı'nda da öyle olmuş: "Erkeklerin sorumluluğu başkaydı, onların savaşta dağda olmaları gerekiyordu. Özellikle annelere çok büyük görevler düştü. Kadınlar savaş boyunca hiç yılmadı, olabildiğince bakımlı olmaya çalıştılar. Maalesef esir kampına düşmüş savaş mağduru kadınların yaşadıkları anlatabilecek gibi değil. Yani benden kat kat acı şeyler yaşayan kadınlar, çocuklar var. Belli bölgelerde savaşı yaşamış kadınların çektiklerinin yanında benimki az kalıyor."
O KADINLAR KAHRAMAN
Bosna Savaşı'nda Boşnak kadınlara sistematik olarak tecavüz edildi, bu tecavüzler sonucu çok sayıda kadın hamile kaldı. Emine bir kadının yaşayabileceği en büyük acıları şöyle anlattı: "Bütün kadınlar kahraman benim gözümde, özellikle evlatlarını kaybedenler ve devam etmeyi başaranlar. Savaş mağduru kadınlar da benim gözümde gerçek birer kahraman. Savaş mağduru kadınların yaşadıkları sadece tecavüz değil, gördükleri işkenceler insan aklının alabileceği şeyler değil. Şu an psikolojik durumları gerçekten çok değişik. Ani tepkiler verebiliyorlar; gözlerine baktığınızda, görüyorsunuz, hâlâ bir şeyler yaşıyorlar. Derinlerde görüyorsunuz, çektikleri acıyı. Tecavüz sonucu dünyaya gelmiş çocukları yetiştirmiş anneler var. Bağrına basmayı kabul edemeyip evlatlarını yetimhaneye bırakıp uzaktan takip edenler de var. Bazılarının da kaderi bilinmiyor, bir yerler de bırakılmışlar."
ANGELINA JOLIE'NİN FİLMİ OLMAMIŞ
Bosna Savaşı konusunda çok sayıda film çekildi, kitaplar yazıldı. Angelina Jolie'nin Kan ve Aşk adıyla izlediğimiz filmi de bunlardan. Şeçeroviç bu filmin savaş mağduru kadınları çok rahatsız ettiğini söylüyor: "Angelina Jolie'nin yaptığı, savaşı kullanarak reyting yaratmak. Herkese söylüyorum, savaşı çekecekseniz sadece bu acılara odaklanmayın, çünkü başka şeyler de var. Boşnaklar kahraman bir halktır ve gerçekten başka hikayeler var savaşta yaşanan. Jolie'nin filminde bir Boşnak kadın, diğer Boşnak kadınlara Sırpların tecavüz ettiği bir kampta komutanla aşk yaşıyor. Çok net söylüyorum hiçbir Boşnak kadın bunu yapmaz. Evet, bugün de geçmişte de Sırp ile Boşnak arasında aşklar yaşandı. Ama o dönem bir kadın diğer kadınların uğradığı tecavüzü seyredip bir Sırp ile, hele de bir komutanla, askerle aşk yaşamaz. Âşık olsa dahi içinde tutar ama gider o kadınlarla birlikte oturur."
AYAKKABININ YARISIYLA KAHVE KAYNATIYORDUK
Savaş koşulları, çaresizlik, yokluk farklı bir kültürün de ortaya çıkmasına neden oluyor. O dönem Bosna'da yaşanan yokluk kadınların yaratıcılığını ortaya çıkarmış. Tabir uygunsa anneler, mutfakta harikalar yaratmış. Elbette yokluk var, gelen yardım paketlerinden genellikle böceklenmiş pirinç, mercimek, kullanım tarihi çoktan geçmiş malzemelerle sofralarını kurmuş: "Savaş mutfağını anneler yarattı. Mesela yağ tenekesini keserek basit sobalar yaptılar. Yakacak yoktu, ayakkabı dahil her şeyi yakıyorduk. Onun da bir ölçüsü vardı, mesela bir spor ayakkabının yarısı kahve kaynatmaya yeterdi. O dengeyi tutturmak annenin işiydi yoksa ev halkı aç kalırdı." diye anlatıyor o günleri Emine Şeçeroviç.
BÖCEKLİ PİRİNÇTEN ŞNİTZEL
Emine Şeçeroviç'in kitabında anlattığı savaş mutfağının en gözde yemeklerinden biri de annelerin pirinç ile yaptıkları şnitzel. Ama bu şnitzel, bildiğiniz gibi değil, işin içinde et yok. Anneler öncelikle özenle, çocuklara göstermeden pirincin böceklerini ayıklıyorlar, ardından haşlayıp, sonra yoğurup yağda kızartıyorlar. Bosna usulü savaş şnitzeli böyle yapılıyor. Yiyecek bulma konusunda halk çok zorlanmış, uzun yıllar süt yerine süt tozu, yumurta yerine yumurta tozu kullanılmış Bosna'da. Dönemin çocukları yardım paketlerinden çıkan kullanım tarihi çoktan geçmiş çikolataları, şekerlemeleri bitmesin diye ucundan ucundan yerken zaman zaman kimi sürprizlerle de karşılaşmışlar.
PORTAKALI TOP ZANNETTİ
Emine Şeçeroviç hemen bir anısını anlatıyor: "Bir gün babam geldi, elleri arkasında bir şey saklıyor ama yüzü gülüyor; 'Bak sana ne getirdim,' dedi. Elinde turuncu, yuvarlak bir şey var. Aldım yere vurdum, zıplamadı! 'Baba bu top zıplamıyor!' dedim. Annem, babam o halimi görünce yıkıldı. Meğer portakalmış, soydular, yedim, çok güzeldi. Savaş çocukları muzu kabuğuyla yemeye kalkar..."
"Evimiz yıkılınca, bir süre sığındığımız bir bodrumda kaldık, sonra üst katta bir eve taşındık, yıkık dökük. Ev yüksekti, dolayısıyla dağlardaki keskin nişancılar bizi görüyordu, açıktaydık. Evin kapısından çıkınca uzun bir koridor vardı. Keskin nişancı bizi, biz de onu görüyorduk. O yüzden kapıdan çıkınca, eğilip koşarak hemen karşı tarafa geçiyorduk. Ben bazen duvarın arkasından bakardım, acaba beni gördü mü diye?"
"Ben çocuğuma da her şeyi anlatacağım, bilsin. Yoksa ülkenin durumunu anlayamaz. Bakın şu anda üç ayrı cumhurbaşkanı olan bir ülkede yaşıyoruz, hiçbir konuda anlaşma sağlanamıyor. Mesela şubat ayından beri doğan çocuklara vatandaşlık numarası verilemiyor. Milli marşımızın sözleri yok, çünkü sözler üzerinde taraflar anlaşamıyor."