Bu yıl dokuzuncusu gerçekleştirilen ve geçtiğimiz hafta boyunca devam eden İstanbul Moda Haftası kapılarını kapadı. Her gün ana gazetelerde olmasa magazin eklerinde, o da olmadı sosyal medyada bolca yer aldı. Yabancı basından da az ama öz izleyici, defilelerin ön sıralarındaki yerini aldı. New York ve Berlin moda haftalarının da organizatörü olan IMG gibi profesyonel bir kuruluşun ve zengin sponsorların desteğiyle kuralına uygun defileler, koleksiyonlar ve şovlar izledik. Ben en çok mekanın denize nazır bir alanda, Kuruçeşme'de (Kuruçeşme Arena) olmasına bayıldım. Keşke daha fazla yabancı misafir olsaydı, onları dünyanın bu tek denize nazır moda haftasında etkilemek çok kolay olurdu eminim. Fakat tüm bu pozitif ortamda, bir şey sırıtıyordu. Bu kadar profesyonellik, doğru ışıklandırma, basın yerleştirme, podyum düzeni varken, modacıların büyük bölümü üzerlerine düşen görevi layıkıyla yerine getirmeye çalışırken, yine kameraların objectifleri her an ünlülere çevriliydi.
ÖN SIRA KÜLTÜRÜ EDİNELİM
Dünyada da 'front row' diye tabir edilen ön sıra kültürü gayet kuvvetli. Mantık şöyle işliyor; bir modaevinin koleksiyonunu ne kadar çok stil ikonu, Hollywood yıldızı izlerse, bunların arkasından da o kadar çok müşteri geleceği hesaplanıyor. Mesela ünlü konusunu satışa döndürme konusunun piri Chanel ve Fendi'nin kreatif direktörü Karl Lagerfeld, yıllardır bu işlerin kaymağını yiyor. Baştan aşağıya Chanel'in yeni sezon kıyafetleri ile kameralara gülümseyen ünlüler, reklam görevlerini tamamladıktan sonra yerlerine geçiyor ve efendi gibi defileyi izliyor. Bu noktada 'efendi gibi'den kastım şu: Dünya moda haftalarına kimse podyuma oyuncu, bozacı, şıracı çıkarmıyor. Yeni çağın engellenemez 'ünlü' kültürünü profesyonellikle karıştırmıyorlar. Yani herkes işini yapıyor. Ünlü ünlülüğünü, model de modelliğini biliyor. Tasarımcılar illa podyuma ünlü çıkarmak istiyorlarsa, bu ünlü de o podyumda en iyi bildiği işi sergilemekle yükümlü oluyor. Şarkıcı şarkısını söylüyor, sanatçı sanatını icra ediyor vesaire... Konu ünlü pazarlama olunca İstanbul Moda Haftası'nı da iki kategoriye ayırmayı bir borç biliyorum. Çünkü yeni nesil tasarımcılar podyumda kıyafetlerini ünlülerin arkasına saklamadan oyunu kurallarına göre oyunuyor. Gelin görün ki, Türk moda tarihinin kara dönemi 1990'ları yaşamış olan modacılar, podyumda her türlü hileye başvurmaya devam ediyor. Kısa, uzun, güzel, çirkin ayrımı yapmadan pek çok magazin simasını birbiri ardına podyuma yollamak mı dersiniz, birtakım başka taklalarla basının ilgisini üzerinde tutmaca mı? Ve evet, bu isimler bolca magazin görünürlüğü kazanıyorlar. Fakat bu işin arkasına onca para, emek, bilgi ve zaman koyan moda haftası profesyonellerinin istediği görünülürlük bu mu? Ondan emin değilim.