- Oyundan sonra ne hissediyorsunuz?
- Ayça Bingöl: Adrenali düşürmeye çalışıyoruz.
- Haluk Bilginer: Konuşuyoruz, tabii ki. 150. oyunda da konuşuruz. Çünkü en iyisini hiçbir zaman yapamayacağız... Siz de en iyi yazınızı yazamadan öleceksiniz, haberiniz olsun! Öleceksin niha ha (kendisi kahkaha efekti yapıyor). Öleceğini bilen tek yaratık insan ama... Birine öleceksin demek komik değil mi? Ama öleceğiz nasılsa.
- Canan Ergüder: İşte! En iyisinin peşinden koşanlara ne oluyor görüyoruz.
- H.B: Ölüyorlar değil mi?
- C.E: Yalnız kalıyorlar ya da.
- Haluk Bilginer gibi bir oyuncuyla oynamak nasıl bir his sizin için?
H.B: Ahmet Mehmetoğlu'yla oynamaktan değişik bir şey değil sanırım.
- A.B: Ben her zaman, her yerde karşımda benden daha iyi bir oyuncu olması için dua ederim. Çünkü o ne kadar iyi olursa ben de iyi olacağım demektir. Benim için de Haluk Bilginer öyle. O kadar iyi ki beni de başka yerlere taşıyor.
- H.B: Estağfurullah. Karşımda iki tane şahane oyuncu var. Oyun sırasında karşınızdaki oyuncu ne kadar iyi oynuyor diye düşünürseniz doğru bir yerdesiniz; siz de iyi oynuyorsunuz demektir. Ama siz ben iyi oynuyorum diye düşünürseniz kötü bir oyun oynuyorsunuzdur.
A.B: Bu oyun tam bu söylediğin şeye örnek. Senin balığı nasıl avladığını anlattığın sahneyi seyrettiğim an orada ben aslında 'Haluk Bilginer ne kadar güzel oynuyor' diye düşünüyorum.
H.B: Ben de Ayça ne kadar güzel dinliyor diye (gülüyor).
- Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda Canan Hanım?
C. E: Haluk Bilginer'le oynamak çok büyük bir lüks. Bana oyun teklifi geldiğinde çok heyecanlandım. Önce inanmadım. Cep telefonuma gelen mesajda, 'Canan Hanım sizinle bu konuyu konuşacağım. Haluk Bilginer.' yazıyordu. Ben de biri dalga geçiyor sandım. Sonra arayınca, 'Onun sesi, onun sesi' diye daha da heyecanlandım.
- Her genç oyuncunun birlikte oynamak istediği oyuncu olmak nasıl bir şey Haluk Bey?
- H.B: Estağfurullah. Ben sadece oyuncu olmaya çalışan bir adamım. Bu kadroda olduğu gibi oyunculuğu kafaya takmış insanlarla çalışmak çok büyük bir zevk.
Hiyerarşiyle, talimatla oyun oynanmaz
- Oyun Atölyesi'nde sahneye koyduğumuz oyunların kıstası şu: İyi yazılmış, bizim altına imza atabileceğimiz şeyleri anlatan bir metin olması. Oyun kaç kişilikmiş, neymiş gibi şeylere bakmadan, sadece bu oyunu oynamak istiyorum duygusuyla yola çıkıyorum. Okuduğum, izlediğim oyunlar oluyor. Nehir'de Londra'da izlediğim, iyi yazılmış bir oyun.
- Oyunun yönetmenliğini yapmayı neden tercih ettiniz?
- H.B: Oynadığım oyunlarda yönetmenlik yapmak çok tercih ettiğim bir şey değil aslında. Bu üç kişilik bir oyun ve biz bunu kendi aramızda hallederiz diye düşündük, hallettik de. Yönetmenlik yapmaktan memnunum.
- Yönetmen olarak sizlere özgür ve yaratıcı alan bıraktı mı Haluk Bey?
- A. B: Tabii ki. Olması gereken de o. Yönetmen oyuncuya rolünü verir, oyuncu onu yoğurur, geliştirir yönetmen de ona ayar çeker. Aynı sahneyi paylaştığımız için bizim ayarlarımızı iyi kuruyor.
- H.B: Oyunun da bir ömrü var çünkü. Oyun canlı bir şey. Tiyatroyu diğer sanat dallarından ayıran özelliği her gece yeni baştan yapılması. Müziği bir kere besteliyorsunuz, filmi bir kere çekiyorsunuz Ama tiyatroyu her gece yeniden yapmak zorundasınız. Tekrar demiyorum dikkat ederseniz, yeniden yeniymiş gibi yapmak zorundasınız. Bu da seyirciyle birlikte gelişen büyüyen bir şey.
- C.E: Haluk Abi yönetmen olduğunu hiç hissettirmedi. Bu çok önemli benim için. Yöneten biri varmış gibi değildi
. - H.B: Tiyatroda hiyerarşi yoktur, varsa emin olun o çok kötü tiyatrodur ve kötü bir oyundur. Çünkü oyunu ancak eşitler oynar. Hiyerarşiyle, talimatla oyun oynanmaz. Oyun en saf ve sahici olduğu halidir insanın. Güzelliği de oradadır zaten.
Müebbet evliliklere inanmıyorum
- İlişkide kadının önemi ve rolü erkekten daha mı fazladır?
- A.B: Kesinlikle öyledir. İlişkinin devamı iki tarafın da birbirini olduğu gibi kabul etmesiyle alakalıdır. İnsan değişir dönüşür ama birbirini değiştirmeye çalışmamalısın.
- H.B: Erkek seçen değil, seçilendir. Bu oyunda da dikkat ederseniz dişiler seçiyor. İlişkide partnerini dişi seçer. Dişi en arkaik duygularıyla seçer erkeğini. Bütün hayvanların erkekleri daha gösterişlidir. Güzel tüyleri vardır, güzel öter falan. Ama dişi ötmez mesela, hangisi en güzel öterse onu seçer. Erkeğin tek derdi kendini beğendirmektir. Tavus kuşunu düşünün: Tavus kuşunun dişisi kahverengi sıradan bir yaratıktır ama erkeği 'Beni beğen, beni beğen' diye açar rengarenk tüylerini. Çünkü neslin devamı için seçer dişi. Dişi, tohum, yani döl seçer. Erkek hep seçilendir bu insanlar aleminde de böyledir. Kadın seçer ve çok şükür beni seçti diye mutlu olursun.
- Aşk bunun neresinde peki?
- H.B: Aşk her yerinde. Aşksız olur mu? Aşk olmadığı zaman o ilişki de yürümez. Aşkın bittiği yerde ilişki de biter ve bitmelidir. Ben müebbet evliliklere inanmıyorum. Evlilik asla müebbet olmamalıdır. Herkes özgürdür ve eğer bir ilişki yürümüyorsa o derhal bırakılmalıdır. Çünkü o ilişkiyi miş gibi yürütmek çok daha mutsuzluktur. Evlilik oyunu oynamaya gerek yok. Mutlu değilsen bitireceksin. Hemen bırakın gidin.
- Bu kadar kolay mı gerçekten?
H.B: Neden zor olsun ki? Müebbet evliliğe hayır. Mutlu olmak istiyorsan risk alacaksın. Kaplumbağa risk almadan yürüyemez, önce risk alıp kafayı dışarı çıkarması lazım. Risksiz hayat yok. Risksiz sadece varoluş var. Risk alacaksın ama aptal olmayacaksın.
- Sizler ne düşünüyorsunuz bu konuda?
- C.E: Ben sadece Haluk Abi konuşsun istiyorum kadınlarla ilgili. O kadar iyi biliyor ki bizi. Biz böyle kaldık.
- A.B: Kadınları bizden daha iyi anlatıyor (kahkahalar).
Sonuçta hepimiz öleceğiz
- Oyundaki 'Adam'dan biraz bahseder misiniz?
- H.B: Çocukken balık tutarken, o an orada yaşadığı heyecan, adamın orada takılmasına sebep olmuş. Hayatında hep aynı heyecanı arıyor ama hep aynı olmaz. Nasıl aynı şeye geri dönebilirsin?
- Oyunun adı metaforlardan dolayı 'Balık' da olabilirmiş. Neden Nehir sizce?
- H.B: Ted Hughes'un şiir kitaplarını topladığı kitabın adı Nehir. Yazar da bu kitaptan etkilenmiş. Bence çok doğru bir şey yapmış.
- C.E: Oyuncular için de güzel bir metafor nehrin akışına kapılmak adına.
- H.B: Bırakamıyor kendini, bir bıraksa rahatlayacak. Oyunculuk da böyle bir şeydir. Kendini bırak oyun seni oynasın, nehrin üstündeki yaprak gibi. Süreçten zevk almak önemli. Hayatımızda da hep süreci ihmal ediyoruz, sonucu düşünüyoruz. Sonuçta hepimiz öleceğiz. Anın tadını çıkarmak gerek. Oyundaki adam da geçmişe takılı kalmış. Adam sürekli bir balık tutma merakı içinde.
- Balık tutma merakı içinde ama hiç balık tutarken göremiyoruz, balıkları hep kadın tutuyor.
- H.B: Balık tuttuğu da yok geri zekalının. Yedi yaşındayken yaşadığı o ana dönmek, aynı duyguyu yaşamak istiyor ama olmaz ki artık! Adamın trajedisi bu. Adam çapkın, yalancı, sahtekâr ve geçmişinden kurtulamamış. Sürekli eve kadın getiriyor, ama o kadınlar da gidiyor. Değişmediği sürece hep böyle yalnız kalmaya mahkum bir adam bu adam.
Kadın denilen yaratık erkek için bir muammadır
- Peki, kadınlar böyle bir adamın nesini seviyorlar?
- C.E: Benim oynadığım kadın henüz ilişkinin başında. O balıkçı kulübesinde güzel vakit geçirmeye gelmiş. Daha çocuksu, eğlenceli ve akışına bırakan hayatı olduğu gibi yaşayan bir kadın. İlişki bittiğinde Ayça'nın kadını bir hafta depresyonda olacaksa benimki hiç depresyonda olmayacak.
- A.B: Duvar gibi bir adam aslında. Çok acınası bir durumda. Yalnız ölmeye mahkum. Başında anlıyor kadınlar adamın tekin olmadığını, deniyorlar. Benim oynadığım kadın, belki bu sefer olur, düzgün bir ilişki yaşarım, diye düşünüyor. Evliliğe meyilli biraz daha anaç bir karakter. Sahiplenici koruyucu kollayıcı bir adam arıyor. 'Hoş bir adam neden olmasın' gözüyle bakıyor. Ama karşısına duvar çıkıyor. Asla etkileşim olmuyor. Kadının beklentilerini karşılayamıyor. Kadın akıllı bir kadın ve bence adamdan bir tık yukarıda.
- H.B: Bütün kadınlar erkeklerden öndedir.
- Gerçekten öyle mi düşünüyorsunuz?
- H.B: Öyle olduğunu düşünmüyorum, öyle olduğunu biliyorum. Erkekler sadece öyle olmadıklarını zanneder. Onlar kadar güçlü değildir erkekler.
- A.B: Kadın hayatla baş etmeyi daha iyi biliyor. Erkekten daha iyi bir adaptasyonu var hayata karşı.
- H.B: Bunun nedeni çok basit. Üreten varlık kadındır, erkek üretemez. 'Rahmin kadar konuş' derler adama. Erkek üretemediği için kabadayılık yapar, kadını ikinci sınıf olarak görür, aşağılar. Kadın içinden başka bir insan çıkarır, sonra onu alır memesine götürüp besler. Erkeğin kafasını almaz bunu. Erkek buna mucize diye bakar. Onun için 14. yy'da kadınları cadı diye yaktılar. Kadın denen yaratık erkek için bir muammadır. Erkek kadının bu halini dehşetle kıskanır. Erkek üretemediği için kolay öldürür mesela.
- Nasıl?
- H.B: Siz kadın ordusu duydunuz mu hayatınızda hiç? Yok. Çünkü erkekler kahramanlık için adam öldürür. Kadın ne zaman öldürür biliyor musunuz? Yavrusu tehlikedeyken hiç acımaz. İki dişi köpeğin kavgası yavruları varsa ölümle biter. İki erkek köpek sadece hırlaşır 'Buralar benim' diye. Erkeğin en büyük travmasıdır.