Bu lanet olası iç savaş 2011'in nisanında başladı. Birleşmiş Milletler'in verilerine göre 140 bin Suriyeli hayatını kaybetti. Mülteciler Yüksek Komiserliği'nin yaptığı açıklamaya göre ise toplam 4 milyon insan ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Ülkesini terk edenlerin yaklaşık 700 bini Türkiye'ye sığındı. Hem devlet hem de halk bu zor günlerinde komşularına sahip çıktı. Bu insanlardan büyük bir kısmı mülteci kamplarına yerleşti. Birkaç ay önce de Suriye sınırındaki kamplara gitmiştim. Geçen hafta da Orta Afrika ile Çad'ın sınırında yer alan mülteci kamplarındaydım. Kuşkusuz yuvasını terk eden insan için hiçbir şey evinin yerini tutmaz. "Bülbülü altın kafese koymuşlar, yine memleketim demiş" misali. Ama Türkiye'deki kamplarla Afrika'dakiler karşılaştırıldığında, Uranüs'le Dünya arasındaki kadar bir mesafe olduğunu söyleyebilirim. Bu arada Suriyeliler'in bir kısmı kamplarda kalmak yerine Türkiye'nin çeşitli şehirlerine dağıldılar. Bunlardan bir bölümüne doğrudan halk ya da çeşitli sivil toplum kuruluşları sahip çıktı. Yurttaşlar evlerini ve gönüllerini açtı bu yuvasız kuşlara. Göçmenlerin bir kısmının kamp yerine şehirlere akın etmesinin nedeni ise kendi emekleriyle çalışıp kimseye avuç açmadan bu dönemi geçirmek. Günü geldiğinde de memleketine geri dönmek. Okurlarımız onları sadece parklarda otururken, kalabalıklar halinde sokaklarda gezinirken, küçük çocuklarını dilenirken hatırlıyor. Oysa sizin gördükleriniz büyük fotoğrafın binde biri. Bu hafta sizi bu fotoğrafın büyük bölümünden, küçük bir parça sunacağız.
BELGESELCİNİN HAYATI BELGESEL
Sabir Bereka'nın yüzünü size gösteremiyoruz ve gerçek ismini veremiyoruz. Çünkü muhalif bir akademisyen olan abisi ve aile üyelerinden birkaçı şu anda Şam'da bir hapishanede. Önemli bir aile Berekalar. Ta Selahattin Eyyubi zamanından beri Şam'da yaşıyorlar. Bazı aile üyeleri İngiltere, Fransa gibi Avrupa ülkelerinde eğitim görmüş. Aralarında botanikçi, hukukçu, arkeolog, doktor olanlar var. Kadınlara da eğitim fırsatı vermişler. Onlardan da akademisyenler ve hukukçular çıkmış. 1963'te meydana gelen darbeyle iktidarı alan Baas Partisi ülkedeki demokratları birer ikişer temizlemeye başlayınca aile için zor günler başlamış. Partide önemli roller üstlenen akrabaları sayesinde tek parti rejimi bunlara bir süre dokunmamış ama 1970 yılında Hafız Esat'ın darbeyle başa geçmesinden sonra artık hayat eskisi gibi olmamış.
BABASI İKİ KEZ TUTUKLANDI
Sabir, Şam'da doğmuş. 1980'da doktor olan babası siyasi nedenlerle tutuklanınca annesi bir yolunu bulup ülkeden kaçmış ve İspanya'ya yerleşmişler. Dört yıl hapis kalan baba bir aftan yararlanarak serbest bırakılmış ama Suriye'de kalmayı tercih etmiş. Arada bir çocuklarını görmek için İspanya'ya gidip geliyormuş. Sabir ve kardeşi de birkaç kez babalarını görmek üzere Şam'ı ziyaret etmiş. 2000 yılında babaları yine tutuklanmış. 72 yaşındaymış. O sırada Hafız Esat ölmüş. Yerine geçen oğlu Beşar, siyasi tutukluların bir kısmı için af çıkarmış. Bu sayede babaları tekrar özgür kalmış. Ancak iki yıl sonra hayata veda etmiş. Sabir o günleri şöyle anlatıyor: "Babamın cenazesi Şam'daki en kalabalık törenlerden biriydi. 15 bine yakın insan katılmıştı. Aralarında Alevi de vardı Sünni de, Ermeni de vardı Suryani de. Çünkü o herkesin doktoruydu. İnsanları iyileştirirken bir yandan da ülkenin dertlerine derman olmak, yaralı vatanını tedavi etmek için uğraşmıştı. Cenazesinde herkes yan yana saf tuttu. Biz de düşündük ki Beşar gelince eski zulüm çağı bitti. Yanılmışız."
MASAL VE SİNEMASAL BİR ÜLKE
Sabir Bereka, liseyi Madrid'te okumuş. Üniversite eğitimi için Paris'e gitmiş. Tıp fakültesine girmiş. Ama iki yıl sonra vazgeçip sinema okumaya karar vermiş. "Neden sinema?" diye sorduğumda, "Geldiğim ülke masal gibiydi ve ailemin hayatı da zaten sinemasaldı" diye anlatmaya başlıyor. Eğitimi sırasında kısa filmler çekmiş. Fransız yönetmenlerin yanında staj görmüş, İspanyol sinemacılarla çalışmış. Ama kurgunun gerçek kadar çarpıcı olmadığını düşünmeye başlayıp, belgesele yönelmiş. Katıldığı festivallerden ödüller almaya başlamış. Ama hep başka ülkeler adına alıyormuş bu ödülleri. Bir müddet sonra bu durum onu rahatsız etmeye başlamış. "Ben bir Suriyeliyim ve ödüller alacaksam kendi ülkem adına almalıyım" diye yanıp tutuşmaya başlamış. Bu sırada Suriye rejimi ufak ufak dışa açılması, dünyayla irtibatlanmış. Beşar'ın bu gelişmelerin etkisiyle 'Danışma Meclisleri'ni genişlettiğini, bu meclislere toplumun her kesiminden temsilciler almaya başladığını görünce umutlanmış. Suriye'ye daha sık gidip gelmeye başlamış. Sabir Bereka, üniversite eğitimi sırasında, lise döneminde tanıştığı bir İspanyol kızla evlenmiş. O da okuyormuş. Doktor olmuş. Eğitimleri sürerken bir kızı olmuş, sonra bir kızları daha dünyaya gelmiş. Kalbi ülkesi için çarpan bu adam, bundan dört yıl önce Suriye'ye dönmeye karar vermiş. Bu kadar ani karar almasında onu etkileyen bir gözlemi var: "Bir gün Antep Havaalanında indim ve bir araba kiralayarak Şam'a doğru yola düştüm. Halep, Hama, Humus ve en nihayet Şam'a ulaştım. Güzergah boyunca baktım ki büyük, kocaman otobanlar yapılıyor Suriye'de. Ve en güneyden başlayan bu yolların hemen tamamı Türkiye'ye yani Batı'ya, uygarlığa doğru çıkış yapıyor. Suriye'nin de yakında Batı'yla entegre olacağını, demokratik bir hukuk devletine dönüşeceği konusunda umutlandım."
MASAL VE SİNEMASAL BİR ÜLKE
Karısı, "Yalnız başına gidersin, beni unut" demiş. Kızlarıyla oturup konuşmuş. İkisi de "Sen nasıl mutlu olacaksan öyle yap baba" demişler. Kalp kırmadan, gönül yıkmadan ayrılmış. Doğup büyüdüğü Şam'da tarihi bir Osmanlı konağını satın almış. Üç katlı 12 odalı bir konakmış bu. Altında dükkanları da varmış. O dükkanları stüdyoya dönüştürmüş. Evi baştan aşağı restore etmiş ve yerleşmiş. Eski karısı ve kızları gelmiş açılışa. Fransa ve İspanya'dan dostları da onu yalnız bırakmamış.
ŞAM'DA YENİ HAYAT VE HAYALLER
Sonra Antakya'dan başlayıp Suriye'den geçen, Ürdün'ü kat ederek Sina Çölü'ne doğru uzanan mukaddes yol üzerine bir belgesel yapmaya başlamış. Bu sırada Şam'ın Etrak Mahallesi hakkında da bir proje yapmış. Lakin ansızın iç savaş patlak vermiş. Aile üyelerinden birkaçı bu sırada tutuklanmış. Sabir bütün bu olup bitenlere rağmen ülkesinden ayrılmak istememiş. Bundan iki sene önce bir gece evine sivil giyimli bir subay gelmiş. "Benim annem trafik kazası geçirmişti. Bana hamileymiş. Baban kaza sırasında ölmüş olan annemin karnından beni sağ salim çıkarmış. Hayatımı ona borçluyum yani" demiş Sabir'e. Ardından da "Hemen kaç git buradan, yakında seni de tutuklarlar" demiş. Ve Suriye'den çıkmasına da yardımcı olmuş. Şam'dan ayrıldıktan iki gün sonra evi basılmış ve devlet hiçbir gerekçe göstermeden tüm varlığına el koymuş. Ülkesi ve kendisi için kurduğu bütün gelecek planları yanıp kül olmuş. İşini, gücünü ve yıllarca biriktirdiği tüm varlığını kaybetmiş. İspanya'ya dönmüş ama orada geceleri gördüğü karabasanlardan dolayı uyuyamıyormuş. "İstanbul'a gelince rahatladığımı, biraz olsun uyuyabildiğimi fark ettim" diyor. Bu sebeple Fatih'in arka sokaklarında iki göz damı olan küçük bir evi kiralamış. Burada belgeselcilerle, sinema yönetmenleriyle irtibatlanıyor. Ara sıra İspanya'ya gidip daha önce çalıştığı reklamcılarla işler yapıyor. Üç beş kuruş para kazanıp İstanbul'a dönüyor. Öylece yaşayıp gidiyor. Evet biz şehir ahalisi olarak sadece sokakta dilenen Suriyeli çocukları görüyoruz. Parklarda yatan ailelerin yanından hızla gelip geçiyoruz. "Bunlar da nereden çıktı ya?" diye insafsız ve vicdansızca söyleniyoruz. Büyük büyük konuşuyoruz. Oysa parkta uyuyan kız çocuğu bizim evladımız da olabilirdi. Bir gün bir sokağa bir bomba düşer, bütün hayallerimizi yıkabilirdi. El bebek gül bebek büyüttüğümüz çocuklarımızı çamurların, balçıkların, bombaların, füzelerin arasından kurtarıp bir memlekete götürebilirdik. O memlekette kendi görsel konforu bozulan bir vicdansız yanımızdan geçerken bize bakıp "Ne bunlar ya?..." diyebilirdi. Sabir, derin derin iç çektikten sonra bakışlarını gökyüzüne dikerek "Yuvasız kuşlar gibi olduk. Allah kimseleri bu duruma düşürmesin. Çok zormuş" diyor. Bu iki sayfada okuyacağınız insan hikayelerini hiç unutmamanızı dilerim. Yanından gelip geçtiğiniz yuvasız kuşlara bir de bu pencereden bakmanızı rica ederim. Evet zor, hakikaten çok zor. Bir düşünün...