Tarih
20 Mayıs 1992... Yer Londra... Wembley Stadı... Şampiyonlar Ligi adını almadan önceki son Şampiyon Kulüpler Kupası finali... Normal süre 0-0 bitmiş, uzatmalar oynanıyor. Dakika 111... Frikikleri penaltı yüzdesiyle kullanan Barcelona'nın 'keskin nişancısı' Koeman, yine en iyi yaptığı iş için topun başına geçtiğinde, 10 dakika önce oyundan çıkmış İtalyanlar'ın unutulmaz golcüsü Vialli yansıyor ekrana. Birazdan olacakların farkında. Koeman'ın füzesini seyretmektense havluyu başına geçirmiş bekliyor çaresizce kenarda. Ve Vialli'nin korktuğu gerçek oluyor, Hollandalı'nın frikiği Pagliuca'yı geçip ağlarla buluşuyor. Hakem bitiş düdüğünü çaldığında mütevazı bütçesiyle tarihlerindeki ilk lig şampiyonluklarından sonra en büyük kupada da finale kadar gelen Sampdorialı oyuncular yığılıp kalıyor oldukları yere. Mavililerin 10 numaralı kaptanına zoom yapıyor kameralar o anda. Sahanın ortasında gözyaşları içinde... Sakinleştirmek istiyorlar ama nafile...
ARENA KALP PİLİ GİBİ
Bir çocuk gibi ağlayan o adam, bugün Galatasaray'ı çalıştıran Roberto Mancini'den başkası değildi... 15 sezon forma giyip kahramanı olduğu Sampdoria'yı, partneri Vialli'yle beraber zirveye taşıdı. Rakiplerinin korkulu rüyası haline gelmişti ikili. 'Belalı İkizler'e çıkmıştı adları. İtalyan futbol Rönesans'ına imza atan Sacchi'nin efsane Milan'ını geçerek şampiyon olduklarında, 57 golün 31'inde ikisinin imzası vardı. Bu oyuna ve kazanmaya tutkuyla âşık bir adamdı futbolcu Mancini... Hırsı, çoğu zaman öfkeye, asabiyete çalardı. Sadece rakip defanslar için değil kendi teknik direktörleri için de tam bir baş belasıydı. Zira her hocanın sahada sahip olmak isteyeceği bir lider, özel bir yetenekti. Ancak bir o kadar da zordu idare etmesi. Sacchi İtalya'yı çalıştırırken, efsane teknik adamla yaşadığı polemik, çok parlak geçebilecek bir milli kariyere mal olmuştu. Hakemlere patlardı bazen de öfkesi. Misal bir Atalanta maçında kenara gelip "Alın beni oyundan yoksa döveceğim bu hakemi" demişliği vardı. Hakim olamadığı sinirlerinin altında, Akdeniz damarı kadar kaybetme tahammülsüzlüğü yatardı. Zaten sadece çok özel becerileri değil bu liderlik yönü ve başarı açlığıydı onu da Sampdoria'yı da zirveye taşıyan... Mancini'nin futbolculuk kariyerinin ve karakterinin özeti Wembley'de döktüğü o gözyaşlarıydı. O günleri görmemiş olanların aklında ise şu sıralar tek bir görüntü kazılı: Salı akşamı Chelsea deplasmanında, takım sahada adeta dakikaları doldururken kenarda ayaklarını uzatmış, kaderine razı oturan şık bir adam. Takımının kırık deplasman karnesinin sebebi, biraz da bu adrenalin eksikliği muhtemel ki... Arena'nın atmosferi, taraftarın sağır eden sesi, Mancini'nin yitirdiği heyecanı pompalıyor futbolcuların damarlarına, bir kalp pili misali. Ama iş gurbetliğe gelince duruyor bir anda Galatasaray'ın da kalbi. Evet, hâlâ iki kupa daha var Mancini ve takımının menzilinde. Çok şeyler değişebilir birkaç haftaya. Ancak o akşamki vücut dilinin, saha kenarındaki o karenin anlattıkları değişmeyecek kolay kolay.
AĞLAMAK İYİDİR
Mancini yanlış taktik verebilir, maç da kaybedebilir. Ancak kariyeri liderlik ve kazanma açlığı üzerine kurulu bir adam, sahada takımının çaresizliğini, silinip gidişini bu denli kolay kabullenip isyan etmiyorsa, bir maçtan ya da turdan çok daha fazlasını kaybetmiş demektir. Mancini, Wembley'de kaybettiği final sonrası küçük bir çocuk gibi gözyaşı dökebildiği için milyonların kahramanıydı. O gün o gözyaşlarını dökecek cesaret ve hırsa sahip olduğu için yıllar sonra Inter'i ve Manchester City'yi zirveye taşıyabildi. Zira ancak kendine bir hedef koyanların yapabildiği bir şeydir ağlamak. Tıpkı kaçırdığı goller sonrası sahada gözyaşlarına boğulan Sow gibi bir hayali olan ve onun için mücadele edenlerin, kendi hayallerine ortak olanların sorumluluğunu da omuzunda hissedenlerin yapabildiği bir şeydir. Zaaf değil bir erdemdir. Salı akşamı saha kenarındaki o umursamaz adamın aksine 22 yıl önce aynı şehirde final kaybeden Mancini'nin bir hayali vardı. Çok yaklaştığı ve uğruna çok çalıştığı bir hayal... Ve şu an tek ihtiyacı olan da bu aslında; biraz gözyaşı...