TOPRAKLARDA MERMİ KOVANLARI
Mezarlıkta bulduğumuz mermilerden bahsediyorum. "Gel içeri, sana 38'den kalma kovanları göstereyim" diyor. Her ev bir zulüm müzesi gibi. Şehirde tarihçi ve yazar Cemal Taş'la buluşuyoruz. "Kimle konuştuysam, mutsuzluğun kaynağı olarak 1938'i işaret ediyor" diyorum. Hikayenin çok daha eskilere gittiğini belirtip itiraz ediyor. Dersimlilerin tarih boyunca merkezi otoritelere biat etmediğini ve bu yüzden Osmanlı devrinde de defalarca baskılarla karşılaştıklarını belirtiyor. Osmanlı döneminde çıkarılan "katli vaciptir" fermanlarının Cumhuriyet'te de sürdüğünü ifade ediyor. 1915'te yüzbinlerce Ermeni'yi boğazlayan zihniyetin 1938'de 10 binlerce Dersimliyi kurşuna dizdiğini anlatıyor: "Dersimli nasıl mutlu olsun? Buranın her karış toprağı bir toplu mezar ve katliam yeridir. Sağ kurtulanlar ise sürgüne gönderilip asimile edildi. Çocukları evlatlık verildi. İnanç ve kanaat önderleri idam edildi. Dersim, Ece Ayhan'ın şiirinde olduğu gibi, tabiattan tahtaya kaldırılmış ama devlet dersinde sınıfta kalarak öldürülmüş çocuk mezarlarıyla doludur. Böyle bir toprakta mutlu olmak mümkün mü?"
DELİSİZ KALDILAR DAHA MUTSUZ OLDULAR
Tuncelililer'in mutsuzluk nedenlerinden biri de vilayetin delisi kabul edilen Baba Bertal'in geçen yıl ölmüş olması. Çünkü Dersimliler "Kim delidir, kim veli belli olmaz" gibi bir düşünceye sahip. Vilayet merkezinde iki meydan var. Birinde Atatürk'ün, diğerinde ise Seyuşen adı verilen Seyit Hüseyin'in heykeli yer alıyor. Tunceli'nin en önemli delilerinden biri olan ve hakkında olağanüstü hikayeler anlatılan bu derviş 1992'de ölünce onun yerine Baba Bertal adlı bir başka veli geçmişti. O da öldü ve Tunceli'nin o güne kadar gördüğü en kalabalık cenaze töreniyle toprağa verildi. Şimdi Dersimliler oturmuş, Baba Bertal'in yerine kimin geçeceğini düşünüyor. Baba Bertal, Pir sülalesinden geliyor. Ağabeyi Hüseyin Bilge ile çarşıdaki kahvede sohbet ettik. Şu anda 86 yaşında. 1997'de iki genç kız gelip elini öpmüş ve "Baba seninle bir fotoğraf çektirelim mi?" diye sormuş. Kabul etmiş. Aradan iki ay geçmiş. Bir gece yarısı Hüseyin Dede'nin evini askerler basmış ve onu alıp götürmüşler. Meğer bu kızlar militanmış ve dağda yakalanmış. Üzerlerinden o fotoğraf çıkmış. Derdini anlatana kadar üç ay hapiste yatmış. Çıkınca yüzbaşı çağırmış ve "Seni Elazığ'ın bir köyüne sürgün ediyorum. Gitmezsen seni de bütün aileni de öldürürüz" demiş. Yaşlı adam çaresiz kabul etmiş. Ve iki buçuk sene hiç çıkmadan sürgün edildiği köyde yaşamış. 2000 yılında Tunceli'ye dönebilmiş. "Bunları sen yaşasan mutlu olur musun evlat?" dedi.
TÜRK DEĞİLSEM MUTSUZ MU OLAYIM?
"Tunceli neden mutsuz?" başlıklı söyleşiyi yaparken siyasi partilerin önde gelenleriyle görüştük. Ak Parti İl Başkan Yardımcısı Mehmet Ali Çiçek, bir harp malulü. Kıbrıs Savaşı'nda yaralanıp gazi olmuş. Katliamı görmemiş ama 1938 olduğunda ağabeyi yedi, ablası dört yaşındaymış. O cehennemin hikayeleri hem onlardan hem de hayatta kalan diğer akrabalarından dinlemiş. Eskiden DSP il başkanlığı yaptığını belirten Çiçek, ailesinin yaşadığı büyük trajediye rağmen her sabah okulda Andımız'ı okumak zorunda kaldığı için yıllarca öfke duyduğunu söyledi. Ve sözlerini şöyle sürdürdü: "Mutsuzluğumuzun birinci kaynağı 1938'dir, ikincisi ise dağlara taşlara yazılan 'Ne mutlu Türküm diyene' ibaresidir. Türküm demek istemiyorum kardeşim. Çünkü Zazayım. Böyle doğduğum için mutsuz mu olayım? İşte biz böyle böyle mutsuz olduk." Çiçek dört çocuk babası. Dördü de okumuş, üniversiteyi bitirmiş. Biri master, biri de doktora yapmış. Ama hiçbiri sağlam bir iş bulamamış. Çocukların CV'si çok ilgi görüyor ve ilk sırada görüşmeye davet ediliyorlarmış. Ama mülakat esnasında durumlar ansızın değişiyor, geri çevriliyorlarmış. "Ağzıyla kuş tutsa evlatlarımız fark etmiyor" diyor Mehmet Ali Bey "Tunceliliysen damgalısın demektir, hiç şansın yoktur senin bu memlekette."