Ayça Erturan, Evli ve Öfkeli dizisinin en komik kadını... Şişman olduğu için kocası tarafından aldatılan ve terk edilen Dilek'i canlandıran Erturan, gerçek hayatında da bir dönem kiloluydu. Hatta kiloları sahnede komedi malzemesi bile oluyordu. Bir süre önce 18 kilo veren Erturan, rolü için karnına, göğüslerine ve kalçalarına yerleştirilen, şişman gösteren kalıplarla oynuyor. Ama eski şişman günlerini unutmuş değil. "Çok çektim" dediği günlerini konuşmak, şişman birinin başına gelenleri anlamak için Erturan'la bir araya geldik. Çok Güzel Hareketler Bunlar sahnesinde ünlenen oyuncuyla kariyerini ve özel hayatını konuştuk
- Dizide kocası tarafından şişman olduğu için terk edilen bir kadını oynuyorsunuz. Bu rol size teklif edildiğinde ilk aklınıza gelen neydi?
- Tatildeydim. Senaryolar geliyordu ama hiçbiri içime sinmiyordu. Evli ve Öfkeli'deki Dilek'i okuyunca, vuruldum. Bazen karakterleri "Başkası oynasa kıskanır mıyım?" diye değerlendirim. Dilek'i başkası oynasa değil kıskanmak, oynayanın saçını başını yolardım (gülüyor). O kadar sevdim! Diğer evli ve öfkelilere göre farklı bir kadın Dilek. Komik bir kadın değil. Düştüğü durumlar ve onlara verdiği reaksiyonlar komik. Komik olmak için çaba sarf etmiyor. Tombiş, tatlı, minnoş biri... Aslında balık etli ama çocukluğunda bir travma geçiriyor; arkadaşları onunla dalga geçiyorlar. Çocukluk travmaları zordur.
- Sizin de var mı çocukluk travmanız?
- Var. Dişlektim ve çok çektim arkadaşlarımın dalga geçmelerinden. Dilek'te biraz da kendimi buldum. Çünkü ben de eski şişmanım (gülüyor).
- Epey kilo vermişsiniz ama. Eski şişmanlardan kim kaldı...
- Kim kaldı gerçekten. Hepimiz sırayla zayıflıyoruz. Bu kadının değişimini oynamalıydım.
- Dilek giderek zayıflayacak sanırım...
- Maalesef. Hatta bunun için yapımcılarla da görüştüm, biraz daha şişman kalmasını istiyorum Dilek'in. Aslında seyirciye bu durumu göstermeliyiz; zayıflayınca Tarık Sönmez'le beraber olmamalı! Tarık Sönmez onu kilolarıyla, insanlığı, sevimliliği için sevmeli.
- Eski şişman günlerinize dönelim biraz o zaman... Çok mu çektiniz bu nedenle?
- Seyirciden mesajlar geliyordu; "Çok şişmansın, niye dikkat etmiyorsun, gıdın var" diye... Ama ben manken değilim ya da zayıf olmamı gerektiren bir iş yapmıyordum ki! Adile Naşit ne yapsaydı o zaman? Hepimizin hayran olduğu bir insandı. Algımız çok değişti, herkes zayıf, herkes güzel, herkes bestmodel görünümlü olmalı algısı var. BKM döneminde de sağolsun Eser (Yenenler), İbo (Büyükak) benim için "At, eşek, dana, tosun" tarzı sıfatları bol bol kullanırlardı. Komedyen olduğum için kendimle barışık biriyim ve onlardan daha fazla kendimle dalga geçiyordum. Ama günün sonunda üzerime uygun bir şeyler giymem gereken bir gala ya da parti olduğunda, elbisemin dışından görünen selülit çukurçukları nedeniyle kalbim kırılıyordu (gülüyor). Sonuçta ben de kadınım. Kendinle ne kadar barışık olursan ol, aynada bir şeyi yakıştıramadığın zaman buruluyor insan. Ama Dilek kadar aşağılanmadım.
- Kilolarınız epey malzeme çıkardı mı size?
- Kesinlikle. Çok Güzel Hareketler Bunlar döneminde Oğuzhan ile bir sahnemiz vardı; sarılıyoruz ve beni döndürmesi gerekiyordu. Onun gözlerindeki o korkuyu gördüm ve ben onu kucaklayıp döndürdüm. Bunlar ister istemez oldu.
- Aslında son dönemde kilolu iyi kadın oyuncu sayısı epey arttı... Ama hepiniz de zayıflamadan duramadınız. Neden?
- Kortizon kullanmak zorunda olduğum dönemde epey kilo almıştım. Zayıflamam o ilacı bırakmanın sonrasında oldu. Her zaman balıketliyim ve iri kemikliyim. Bu daha çok kadın hissettiriyor. Hafif kalçalarımın ve gögüslerimin olması daha estetik geliyor. Osmanlı'daki harem resimlerine bakıyorum, hepsi etli butlu. Sağlıkla ilgili bir rahatsızlık yoksa, kilo görsel olarak rahatsız edici değil bana göre.
- Halka daha yakın sanırım...
- Tabii sokaktaki Ayşe, Fatma gibiyim.
- Dizi sektöründe tüm kadınlar incecik... Nasıl hissettiriyor bu?
- Çok zayıflar. Oynadığım seti düşünsene, Çağrı Atiksoy incecik, Birce Akalay öyle, Ebru Cündübeyoğlu da... Bunlara uyuz olmamak mümkün değil (gülüyor). Şaka bir yana piyasadaki bu algıyı nasıl kıracağız bilmiyorum. Yapımcılar ve yazarlar kıracak, oyuncular değil! Bu arz talep meselesi. Senaristler bu tarz roller yazacaklar; biz de varız, sadece zayıflar yaşamıyor Türkiye'de. Sadece çok kaslı, baklavalı adamlar yaşamıyor. Kocamın göbeği var mesela.
- Evet herkes bir Kıvanç Tatlıtuğ değil.
- Değil! Keşke olsa (gülüyor). O yüzden yapımcılar, yazarlar, kanallar şişman, çirkin, şaşı, burnu eğri, estetiksiz insanları yazacak.
- Kaldı mı müdahalesiz oyuncu?
- Az biraz... Bana sordular geçenlerde "Estetik yaptırmayı düşünüyor musunuz?" diye... Herkesin birbirine benzemediği bir yöntem bulurlarsa yaptırırım. Herkes birbirine benzedi, kedileşti. Kediler bahçede güzel.
Benden komiğini bulursa eşim beni ertesi gün bırakır
- Eşiniz rahmetli Levent Kırca'nın oğlu Oğulcan Kırca. O nasıl iltifat eder size?
- "Şişko karım" der. Aslında çok iltifat eden bir adam değildir. Bizim aramızda çok saçma bir iletişim var. 14 yıldır birlikteyiz sonuçta. Sabahları kalkarım, uyduruk şarkılar söylerim, besteler yaparım. Ama başkasına yapsam, 180 derece dönüp kaçar. O artık alıştı. Sanırım kendini güldüren kadınlardan hoşlanıyor. Ben de onu güldürmeyi seviyorum. Komedyen bir aileden geldiği için çok anlayışlı. Kalabalığın arasında bir şaka yaptığım zaman, ondan rol çalıyor gibi olmuyorum. Birbirimizi tamamlıyoruz. Bu hayatta en çok kocamı güldürüyorum, o yüzden beni bırakamıyor. Benden daha komiğini bulursa ertesi gün bırakır (gülüyor).
- Küçük yaştan beri birliktesiniz değil mi?
- 19 yaşımdaydım. Sivilcelerim vardı daha (gülüyor). Üniversite ilk sınıftaydım, babasının tiyatrosunda tanıştık ve hiç ayrılmadık. Seviyorum niye ayrılayım?
- Basından gizli evlendiniz. Hatta basın bir yıl sonra fark etti evlendiğinizi, niye?
- Sevmiyorum göz önünde olmayı. Bir mekan çıkışı basını arayanlardan değilim. Arkadaşlarımız, eşimiz, dostumuz gelsin eğlenelim istedik. Çok komik bir düğün oldu. Sahneye çıktık beraber, Oğulcan'ı havuza attılar. Kimse sahte değildi, ayağımda spor ayakkabım vardı. Çok zıpladım, gelinliğim çamur içinde kaldı. Yurtdışında evlenmek istiyorduk aslında ama annem ayıldı, bayıldı (gülüyor).
- Sizin evinizde bol kahkaha var o zaman...
- Çok... Zaten çok evcimen biriyim. Yemekler yapıyorum, arkadaşlarımı çağırıyorum. İçimde bir evhanımı var. Dilek'in başka bir versiyonuyum.
Her şeyi dramatize edenlere, mutsuzlara sinir oluyorum
- Komedi oynamayı seviyor musunuz?
- Kesinlikle. Birilerini güldürdüğüm gün huzurla giriyorum yatağa. Yolda karşılaştığım büfeciyi bile güldürdüğümde mutlu oluyorum. Gülmek ömrü uzatır, ilaçların yapamadığını yapıyorum, daha ne yapayım.
- Komedi yapan kadınların sayısı bir elin parmakları kadar... Niye böyle?
- 'Kadınlar komedyen olmaz' diye bir algı vardı. Sağolsun Yılmaz Erdoğan, bu cümleyi zihnimizden attı. Kadının şaka yapabilmesinin yarattığı özgüven var bende. Bu durumu keşfettikten sonra çok rahatım.
- Mizah insanın kendiyle dalga geçmesiyle mi başlar?
- Hem de nasıl... Arkadaşlarımın arasında hâlâ en çok dalga geçtiğim kişi kendimim. Ama bunu biraz abarttığımı öğrendim. Eric Morris metodu öğrenmek için çalıştığım sırada, eğitmenimiz bunu fark etti ve eğitim sırasında "Herkes Ayça'ya iltifat edecek" dedi. Herkes bana hoş şeyler söylüyor, yerin dibine girdim. O kadar alışığım ki benimle dalga geçilmesine, iltifat utandırdı. Ama yine de defolarımı çok seviyorum.
- Nedir sizin defolarınız?
- Oooo dolu. Yağlarım var, popom büyük, Roberto Carlos gibi baldırlarım var, kaşımı almazsam tek kaşlı gibiyim, dişleğim...
- İyi yönleriniz...
- Pozitif biriyim. Her şeyi dramatize edenlere, mutsuzlara sinir oluyorum. Onların enerjileri yüzlerini emiyor sanki. Oysa tek bir gülümsemeyle her şeyi çözebilirsin.
Annem yüzünden komedyen oldum
- Aileniz de mi komik?
- Babam komik biridir ama annem kesinlikle değil. Annem Dilek'in 60 yaşındaki hali. İnanılmaz saf, iyi niyetli biridir. Hırsız eve gelse, "Oğlum bak burada da bir şeyler vardı, görmemişsin" diyecek biri. Annemle ve durumumuzla dalga geçerek bu hale geldim. Komedyen olmamın ilhamı annemdir. Çoğu skecimde de annemi oynamışımdır. Ünlü olmamı bile bir süre kaldıramadı. Yolda tanıyıp fotoğraf çektirenlere, uzun uzun beni anlatıyordu. Sinemaya giriyorum, telefonum çalıyor, karşımda biri "Ayça Abla seni çok seviyorum" diyor. "Nereden buldun telefonumu? diyorum. Tabii ki annemden buluyor. Çok ağlıyorlar diye tanımadığım insanlara telefonumu verirdi.
- İlerde stand up'çı olmak ister misiniz?
- Çok isterim ama o topa girmek çok cesaret istiyor. Tek başına çok zor çünkü. Bir şey anlatarak insanları bir buçuk saat güldürmek zor. Cem Yılmaz'ın, Ata Demirer'in yaptıkları şey inanılmaz bir şey. Çok takdir ediyorum. Don Kişot'luk, yeldeğirmenlerine karşı savaş vermek.
- Toplumda Dilek gibi kadınlar çok mu?
- Çok. Kocası aldattığı halde sesini çıkarmayan, dayak yediği halde susan... Aşağılanan ama sesini çıkaramayan, kendi ayakları üstünde durmaya inanmayan, hep bir destek bekleyen, kendi potansiyelini keşfetmeyen çok kadın var. Güçlü kadından ziyade ezilmiş ve hor görülmüş kadınları oynamayı daha çok seviyorum.