Jason
Goodwin, eşi ve dört çocuğuyla birlikte İngiltere, Sussex'te yaşıyor ancak tam bir İstanbul aşığı. Gerek tarih araştırmaları gerekse özel seyahatleri nedeniyle İstanbul'u bir İstanbulludan daha iyi tanır halde. Goodwin'in Yaşim adında bir harem ağası dedektifin maceralarını anlatan, 19. yüzyıl İstanbul'unda geçen tarihi romanlar serisi toplamda beş kitaptan oluşuyor. Hadım Yaşim'in biri sarayda diğerleri dışarıda olmak üzere iki ayrı cinayet vakasını araştırma hikayesini anlattığı bu seri Edgar Award 2007'de en iyi roman ödülünü aldıktan sonra 40'ı aşkın dile çevrildi. Yaşim'in hikayeleri İngiltere'de çok sevildi hatta adına şarkılar yapıldı. Yeniçerilerin ortadan kaldırılmasından 10 yıl sonra yeni bir isyanın ayak seslerini, 1826- 1836 yılları Osmanlısına ayrıntılı bir bakışı ve heyecan dolu bir dedektiflik öyküsünü barındıran kitap tüm dünyada kazandığı ünü henüz Türkiye'de elde edebilmiş değil. Goodwin bunu anlıyor fakat ilerleyen günlerde kitaplarının daha geniş bir okur kitlesine ulaşacağından emin: "Türklerin ilk başta biraz temkinli yaklaşmasını anlıyorum. Onların şehirleri, onların tarihi hakkında yazan bir yabancı. Biraz küstah görünüyor olabilir. Aslında bu kitaplar benim İstanbul'a yazdığım aşk mektuplarım. İsteyen herkes aşk mektubu yazabilir değil mi? Pegasus'tan çıkan bu yeni versiyonun çok daha fazla kişiye ulaşacağına inanıyorum."
- Üniversitede Bizans tarihi okumuşsunuz. Bizans ve Osmanlı'ya nasıl merak saldınız?
- Bizans'la ilk olarak İrlandalı ünlü şair WB Yeats'in bir şiiri ile tanıştım. Güzelliğin ve kontrolün metaforu olarak karşıma çıktı ve şehrin tasvir ediliş biçimi beni büyüledi. Sanki dünyanın merkezindeydi ve imparatorlukların doğal olarak başkentiydi. Yıllar sonra İstanbul'da sokaklarda yürürken Osmanlı hakkında ne kadar az bilgi sahibi olduğumu fark ettim. Bir roman yazmaya karar verdim. Böylece Osmanlı'yı en ince detayına kadar öğrenebilirdim. Dört yılımı aldı. Ama sonunda Ufukların Efendisi Osmanlılar adlı kitabım ortaya çıktı.
-
Yeniçeri Ağacı adlı romanınızı yazmaya nasıl karar verdiniz?
- Bir Dan Brown polisiyesi okudum. Eğlenceliydi. Bir sonraki sayfayı çevirme isteği uyandırıyordu. Böyle bir roman yazmalıyım dedim. Osmanlı'nın bir şekilde tehdit aldında olduğu bir durum yaratmaya karar verdim. Onu bir kişi kurtarabilirdi: Bir yeniçeri. Zaten yeniçeriler enerjileri, kibirleri, cesaretleri ve asilikleriyle benim hep ilgimi çekmiştir.
- Kitabın kahramanı neden bir hadım?
- 19. yüzyıl İstanbul'unda herkese erişebilecek bir dedektife ihtiyacım vardı. Hem haremdeki kadınlarla hem de erkeklerle konuşabilecek biri olmalıydı çünkü öbür türlü kitap çok sıkıcı olurdu. Kahramanımın kadını elinden tutup götürecek güçlü bir erkek, bir maço olmasını istemedim. Yaşim daha müphem ve dolayısıyla da daha ilgi çekici bir karakter. Şahane yemek yapan, egzantrik bir adam. Bir keresinde Los Angeles'taki bir imza gününde bana "Birinci sınıf bir suç romanı yazmışsınız ama asla bir Hollywood filmine dönüşemez. Çünkü hiçbir yıldız hadım birini oynamak istemez" dedi. O an doğru gibi gelmişti ama şimdi dizi görüşmeleri yapıyoruz.
TÜRKLERİ ANLIYORUM
-
600 yıllık Osmanlı tarihinde hangi zaman dilimine yoğunlaşacağınıza nasıl karar verdiniz?
- Bir gerilim, bölünme yaşanan
dönem hakkında yazmak her
zaman bir yazar için üreticidir.
1836 İstanbul'una odaklanmak istedim.
Çünkü bu bir değişim dönemi.
Osmanlı tebaasıyla ilişkisini
yeniden tanımlamaya çalışıyor.
Olayların geçtiği yer İstanbul'da Asya ve Avrupa
arasında bir liman. Aynı anda Türk, Yunan,
Ermeni ve Yahudi kenti, yabancı nüfusun da
geniş olduğu bir yer. Bütün bu gerilim ve zıtlıklar
ölü bir bedenle karşılaşmak için mükemmel
bir yer haline getiriyor İstanbul'u.
- İngiltere'de kitaplarınıza bayılıyorlar. Hatta bir şarkı bestelenmiş kitap yayımlandıktan sonra. Sizce Türkiye'de neden o kadar popüler olmadılar?
- Zor bir soru. İtalya'da ve İspanya'da seriye
bayıldılar. Tüm dünyada da oldukça popüler
oldu kitaplar. Çok satanlar listesine girdi,
40'dan fazla dile çevrildi. Koreceye bile... Türkiye'de
de aynı şekilde sevilmesini çok isterim.
Türklerin ilk başta biraz temkinli yaklaşmasını
anlıyorum. Onların şehirleri, onların tarihi
hakkında yazan bir yabancı. Biraz küstah görünüyor
olabilir. Aslında bu kitaplar benim İstanbul'a
yazdığım aşk mektuplarım. İsteyen herkes
aşk mektubu yazabilir değil mi? Üstelik "Geçmiş
başka bir ülkedir" sözüne inanırım. Ve oraya
gitmek için rehber kitaplara ihtiyacımız var.
Romanım böyle bir rehber olabilir. Pegasus'tan
çıkan bu yeni versiyonun çok daha fazla kişiye
ulaşacağına inanıyorum.
OSMANLI'YA OLAN İLGİ ARTI
- Son yıllarda Osmanlı İmparatorluğu'na ilgi arttı. Siz kitabı yıllar önce yazmıştınız. Bu Osmanlı fetişi hakkında ne düşünüyorsunuz?
- 10 yıl önce beş kitap
yazdım. Çok eski sayılmaz.
Türkiye'nin Osmanlı
merakı da bu dönemde
alevlendi. Aslında neden
ilgilenilmediğini hep merak
ederdim. Cumhuriyet'e
inanmak Osmanlı mirasını
reddetmek gibi düşünülüyordu.
Osmanlı'ya duyulan
ilginin artması gayet
normal. Bence akıllıca
olan geçmişi iyisiyle kötüsüyle
kabul etmek, iyi
olanları kutlamak, ardından
da her şeyi unutmak.
Tarih bize şu anda durduğumuz
yerde neden
durduğumuzu gösterir. O
olmazsa kendimizi anlamakta
güçlük çekeriz.
AYASOFYA'NIN BENDEKİ YERİ AYRI
- İstanbul'da en çok nerelerde gezmeyi seversiniz?
- İstanbul çok hızlı hareket ediyor, çok hızlı değişiyor.
Büyü bozuluyor. Sarayburnu'na bir demiryolu hattı
döşendiği zaman eski bir konağın bahçıvanı cinlerin gidecek
bir yeri kalmadığını söylemiş. İşte biz de tıpkı o bahçıvan
gibiyiz. Cinlerimiz sonsuza dek kovuldu. Vapurları seviyorum.
Rüstem Paşa Camisi'ni ve etrafındaki sokakları da.
Ayasofya'nın bendeki yeri ayrıdır. Her zaman Karaköy'de bir
daire istedim.
- En sevdiğiniz Türk yazarı sorsam...
- Sabahattin Ali'nin Kürk Mantolu Madonna'sı çok
insancıl, çok ilham verici bir roman. Klasik bir aşk ve kayıp
hikayesi. İlk İngilizce çevirisi geçen ay yayımlandı, hemen
alıp okudum.
ALTI AYDA YÜRÜYEREK İSTANBUL'A ULAŞTIK
- İki arkadaşınızla İstanbul'da biten uzun bir yürüyüş yapmışsınız. Bir tür hac diye nitelendiriyorsunuz. Sonrasında da bir kitap yazmışsınız...
- 1990'da yürümeye karar verdik. Başlangıç
noktamız Doğu Avrupa idi. En son varış noktamız da
şüphesiz İstanbul olacaktı. İstanbul bizim için bir deniz
feneri idi. O yolculukla ilgili iki şey beni etkiledi. Altı
ay sürdü, bizi yavaşlattı ve anlayışlı hale getirdi. Dikkat
ettiğim bir başka nokta da o topraklarda Osmanlı kültürünün
hâlâ yaşıyor olduğuydu. Macaristan, Eger'de
eski bir caminin minaresinin yanında oturduk, Türk
kahvesi içtik ve Türk kumaşından elbiseler giyen Çingene
kadınların ettiği dansları izledik. İstanbul'u çok
yakında hissettik. Yolculuğa çıktığım iki arkadaşımdan
bir tanesiyle ilerleyen zamanda evlendik.
EVDE PASTIRMAMI KENDİM YAPIYORUM
- İngiltere'de yeni bir kitabınız piyasaya çıkacak. Bu bir yemek kitabı. Yemek yapmayı çok seviyorsunuz belli ki...
- Annem yemek kitapları yazardı. Harika bir aşçıydı.
Biz yemeği bilerek, iyi yemek yiyerek büyüdük.
Polonya'da aylarca yürüdükten sonra
hayatımın aydınlanmasını Edirne'de
Arnavut ciğeri yerken
yaşadım. Türkiye tam
bir gastronomik vaha.
Yaşim'i de iyi bir aşçı
olarak tasvir ettim ve
Osmanlı'nın bu yönünün
altını çizmek istedim.
İnsanlar bir yeri iyi bilmeseler bile yemekleri üzerinden
iletişim kurabiliyor. Okurlardan bana yemek bölümleriyle
ilgili mektuplar geldi. Böylece bir yemek kitabı yazmaya
karar verdim. Adı Yaşim İstanbul'u Pişiriyor. Türk yemekleri
var kitapta. Dorset'te evde kendi pastırmamı
bile yapıyorum. Tadına bakan bir Türk arkadaşım
bayıldı.