13 Haziran
akşamı! Saat 23.00 civarı. Sanatçı Garip Ay, Çin'de açılacak bir Van Gogh sergisi için hazırladığı, Van Gogh'un Yıldızlı Gece adlı resmini ebruyla yaptığını gösteren videosuyla baş başa. Baş başa diyorum çünkü günlerdir çalıştığı, Çin'deki sergiye gidip orada da yapmak istediği bir performansın videosu elindeki. Fakat sergiyi düzenleyen ekipten kaynaklanan kimi sorunlar nedeniyle Çin'e gidemiyor ve videoyla baş başa kalıyor. Kendi kendine "Bari bunca çaba, emek boşa gitmesin" diyor ve oturduğu kanepeden kalkıp telefonunu alıyor eline, Twitter'dan bu videoyu paylaşıyor. Son bir aydır 'Van Gogh ebruyla buluştu' gibi başlıklarla verilen haberlerin fitilini işte bu tweet ateşliyor. Video özellikle uluslararası medyada (Amerikan'dan Çin'e kadar) haber oluyor. Huffington Post'un, Garip Ay'ın videosundan bahsettiği uzunca haberinin son paragrafında Ay'ın gidemediği Çin'deki serginin duyurusunu yapması da ilahi adaletin tecellisi olarak kalıyor gazete sayfalarında! Siirt doğumlu Garip Ay, işte böyle hayatımıza girdi. Ebruya yenilikçi bir yaklaşımla bakan Ay'ın yaptığı ezberleri bozuyordu. Dünyanın ilgi göstermesi bu yüzdendi. Peki Garip Ay kimdi? 32 yaşındaki Garip Ay, Balat'taki atölyesinde çalışmalarını sürdüren bir sanatçı. İçten, doğru frekansı tutturursanız samimi bir muhabbete girebileceğiniz bir insan. Atölyeye giren çıkan sayısı son günlerde artmış! Malum, videonun etkileri güçlü olmuş.
ELEKTRİKSİZ BİR KÖYDE DOĞDUM
Çayları önümüze alınca yekten soruyorum "Garip Ay kim?" diye. Gülüyor. Filmi başa sarıp anlatıyor hikayesini: "Elektriğin olmadığı, İç Anadolu'da ortalama 60 yaşında bir insanla benzer anıları paylaşabileceğim, Cizre'ye yakın Siirt'in bir köyünde doğdum. Kalabalık bir aileydik. 10 kardeşim var. Yeri geldi çobanlık yaptım. Yaşım gelince köy okuluna gittim ama öğretmenimle üç yıl aynı dili konuşamadım. Dokuz yaşıma kadar Türkçe bilmiyordum." Garip için 32 yıllık hayat hiç kolay geçmemiş. İlk cümlelerinden bunu çıkarmak güç değil! Bu düşüncemi paylaşınca, hafiften tebessüm ediyor ve devam ediyor: "Çocukluğum tam da terör olaylarının olduğu bir dönemde geçti. Büyüklerin korku içinde yaşadığı, her gün bir yerlerin yandığı, patladığı, üzerimizden roketlerin geçtiği bir çocukluktan bahsediyorum. İlkokula üç yıl gittikten sonra okul kapatıldı. YİBO denilen yatılı okullara kayıt oldum. Birinci sınıftan tekrar başladım. Liseye kadar orada okudum. Yatılı okulda, üzerine elbise giydirildiği, karnının doyurulduğu bir sistemle okuyorsun. Benim için çok travmatikti bu süreç. O yaşlarda yatılı okumak çok zordu. Babama hep okulu bırakmak, köye dönmek istediğimi söylüyordum. Mesela o dönemki hayalim, istediğim kadar ekmek yiyebileceğim bir evimin olmasıydı."
LİSEDE HAYALİ FLORANSA'YA GİTMEKTİ
Fakat bu travmatik geçen yatılı okul yıllarında ne oldu da Garip Ay resimle, sanatla tanıştı? Anlatıyor Garip: "Resmi seviyordum. Okulun kütüphanesinde ünlü ressamların resimlerini incelerdim. Öğretmenler de bunun farkındaydı. Okulda güzel bir yazı yazılacaksa ya da çizim yapılacaksa görev bana düşerdi. Mesela okuldaki Ne Mutlu Türküm Diyene yazılarını ben yazardım, Mescitteki şadırvanın üzerindeki Türk bayrağını ben çizerdim. Hatta öğretmenlerim 'Siirt'te bir kırtasiyede sana hesap açtık, git istediğin kadar kalem, boya, kağıt al' dediler. Ben bu fırsatı hiç kullanmadım ama hayatımın en önemli iltifatlarından, takdirlerinden biriydi. Onur duymuştum." Sonra bir gün Ankara'dan bir müfettiş geliyor. Garip Ay'ın yeteneğini fark ediyor. O sıralar, Garip Anadolu lisesini kazanmış olmasına rağmen müfettiş ona Siirt'e en yakın Diyarbakır'da bulunun güzel sanatlar lisesine gitmesini tavsiye ediyor. Garip de yoğun bir çalışma sonrasında Diyarbakır Güzel Sanatlar Lisesi'ne girmeye hak kazanıyor: "Liseye gittim. Barınma problemim vardı. Bir yurda yerleştirildim bir şekilde. Orada da başka türlü zorluklar yaşadım. Hatta YİBO yıllarıma göre iki üç kat çile çektim. Ama Allah var okulda çok iyi eğitim aldım. Lakin ailem bu okulu okumamdan pek memnun değildi. Babam 'Ne o pilot mu olacaksın' diye dalga geçerdi." Lise biterken Garip'in hayalleri vardır. Mesela yıllığına Floransa'ya gitmek, Rönesans sanatçılarının eserlerini görmek istediğini yazmış. Ama bu hayalini gerçekleştiremiyor. Diyarbakır'dan üniversite okumak için İstanbul'a gelebiliyor, Marmara Üniversitesi Eğitim Fakültesi'ne kaydını yaptırıyor. "Verilen öğretim çok kötüydü. Bunun üzerine Mimar Sinan Üniversitesi Geleneksel Türk Sanatlar Bölümü'ne kayıt oldum" diyor. Ebru sanatıyla da burada tanışıyor.
EBRU RAHATLAMA SANATI DEĞİL
Lakin arada hat sanatıyla geçen yıllar var. "Geleneksel bir aileden, erkek ağırlıklı bir ortamdan geliyordum. Ağır bir kültürel şok yaşayacağımı tahmin ediyordum. Değişmekten korkuyordum. Yaşadığım bu şok nedeniyle mutaassıplaşma süreci yaşadım. Resim çizmeyi bıraktım ve hat sanatına yöneldim. Uzun süre hatla uğraştım. Bu sanatın çok önemli isimlerinden biriden ders alma fırsatı bulmuştum. Ben hatı kahverengi çizmeyi seviyordum. Fakat bu hoca bana 'Hat sanatı kemale ermiştir. Başka bir şeye ihtiyacı yoktur. Bundan sonra meşklerini siyah kalemle yap ve öyle getir' dedi. Bundan sonra hatı bıraktım. Çünkü ben kahverengiyi seviyordum. Eğer ben sevdiğim şeyi kullanamıyorsam aşkla nasıl hat yapabilirdim ki?" Ebru işte Garip Ay'ın hayatına böyle giriyor. Hattan sonra ebruyla geçen yıllar. Ebrunun tarihini de dünyadaki yapılış biçimlerini de öğreniyor. Ama bir şekilde yaratıcılığını da işin içine katmak istiyor. Garip Ay "Rahatlama sanatı olarak görülmesini, kitap süsleme sanatına indirgenmesini, kermeslere sıkıştırılmasını çok da doğru bulmuyordum. Resimden, yazıdan, sanattan edinimlerimi ebruya aktarmaya çalıştım. Ve bugünlere geldik" diyor. Ebru ile figüratif resmi harmanlamak? Garip "Öyle bir coğrafyada ve zamanda yaşıyoruz ki böylesi bir etkileşimin, kültürler arası alaşımın olmaması pek mümkün değil. Ancak siz direnirseniz bu tür bir etkileşimden kaçabilirsiniz" diyor ve ekliyor: "Aslında ebru bizimdir diye çok fazla sahipleniyoruz. Ebru herkesin. Bize İran'dan gelmiş. Son 200-300 yıldır Avrupalılar ve Amerikalılar da biliyor. Herkes kendince bu sanata katkıda bulunmuş." Garip Ay, videosunun birden bire dünyada bu kadar yoğun ilgiyle karşılaşmasıyla ilgili olarak da "İnsanlar ebruyu biliyor. İçinde bulunduğu durumu da potansiyelini de. Mesela latte kahvede bunu yapıyorlar zaten. Anladığım insanlar sanki bir şeylerin değişeceğini bekliyorlarmış. Suya Yıldızlı Gece'yi yaptığımı ve finalinde de bunu kağıda aldığımı görüp heyecanlanmalarını, yoğun ilgi göstermelerini buna yoruyorum" diyor.
EBRUYA KARŞI FAZLA KORUMACIYIZ
Geleneksel Türk sanatı olarak kabul edilen ebrunun algılanışından biraz dertli Garip Ay: "Ebru insana huzur verir, mutlu eder gibi bir algı oluşmuş. Bunun da sebebi ebru yaparken tekrardan kaynaklanan bir mutlu olma hali olduğuna inanılması. Fakat sürekli tekrarda sanattan bahsedilmez. Olsa olsa zanaattan bahsedilir. Bir eserin sanat eseri olması için tasarım ve yaratım sürecinden geçmesi gerekir" diyor. Gerçi bu sıkışmışlık, farklı algılama durumu sadece ebru için geçerli değil. Minyatürde de durum bu. Bir minyatür sanatçısına sormuştum "Neden bugün yapılan minyatürlerde insanların gözü hâlâ çekik?" diye. Çünkü günümüzde hiçbirimizin gözü çekik değil. Fakat yıllar yıllar önce öyle çizildiği için hâlâ bu korunmaya çalışıyor. Belki de biz bu sanatlara karşı fazla korumacı davranıyoruz. Fakat bunun değişeceğine inanıyorum."
VAN GOGH, REMBRANDT ARKADAŞIM
Garip Ay, yıllar boyunca resimle içli dışlı vakit geçiren bir sanatçı, "Hayatım boyunca kütüphanelerde çok zamanım geçti. Van Gogh, Rembrandt, Michelangelo ve niceleri benim arkadaşım oldu. Onların eserlerini inceledim. Resimleriyle ilgili onlarla konuşurdum" diyor. Bunun için Yıldızlı Gece'nin ebruyla çizilmiş hali bir anlamda Garip'in, arkadaşı Van Gogh'a yazdığı bir mektup gibi!