Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Kendisini dışa vuran bir Macbeth

Justin Kurzel'in yönettiği, Fassbender ve Cotillard'ın oynadığı, sinemalarda gösterilen Macbeth kişiliklere çok yeni bir boyut getirmiyor. Dikkatle bakılırsa aslına hayli sadık bir uyarlama bu

Ankara Koleji'nde İngiliz edebiyatı dersinde, lise son sınıfta, Shakespeare'in bir yapıtını okuyacaktık, bütün bir yıl boyunca. Doğruya doğru, sıkıcı bir iştir. 1974 yaz sonunda, önümüzdeki yıl boyunca okuyacağımız kitapları gidip 'bookstore'dan alınca baktım, Julius Caesar oyunu. Çok sevinmiştim.
Hiç değilse politik bir metin okuyacaktık. Hele bir de dersi, dillere destan Mr Brown'un vereceğini öğrenince çok keyiflenmiştim. Okuduk.
Ben sonra o oyunu başka amaçlar için de çok kullandım. Ama aynı yıl, bir yandan da kendi kendime Shakespeare'in diğer trajedilerini okuyor, başım sıkıştıkça, Mr. Brown'a başvuruyordum. Hepsi iyi, hoştu ama en kısa olanı, Macbeth, çetrefil bir metindi. Çünkü koyu, karanlık, kanlı mı kanlıydı.

SİYASET, HIRS, SUÇLULUK
Üstüne üstlük, oyun en kısa olanıydı. O yıllarda iptila derecesinde düşkün olduğum Freud Bey'in Macbeth'le ilgili saptamaları beni daha da etkilemişti. Freud, bu oyundaki karakterler hakkında nihai bir sonuca varmanın zor olduğunu, çünkü, yazarın hiçbir kişiliği tam manasıyla olgunlaştırmadığını söylüyordu.
Siyaset, hırs, suçluluk duygusu hakkında herhalde daha iyi bir yapıt yazılmadı dünyada.
Bir de tiranlığın kan dökücülüğünü bu kadar çarpıcı işleyen pek az yapıt var. Oyunun başarısı tiranın korkan ve dehşetli bir kuşku yaşayan adam olduğunu göstermesiydi. Delirmenin çekici ama ürkütücü boyutlarını göstermesi ise oyunun ayrıca bir çarpıcı yanıdır.

'ACAYİP' BİR MACBETH
Bütün bunlar iyi hoş ama hiçbir şey, 'tomorrow and tomorrow and tomorrow' (Sabahattin Eyüboğlu'nun çevirisiyle, 'yarın, yarından sonra bir yarın, bir yarın daha'...) tiradının yerini tutmaz. Haydi, bir de II. Perde, I. Sahne'nin sonunda Macbeth'in 'bir hançer mi önümde gördüğüm' tiradı, ona acımamızı bile sağlayacak kadar etkilidir. O
rson Welles
'in 1948 yapımı Macbeth'ini görmeyenler hemen koşup izlesin derim. Fassbinder çok 'acayip' bir Macbeth çekmişti. Bir de Willy Reider'ın Men of Respect'i bir mafya filmidir ama bir Macbeth uyarlamasıdır da ve ben o tür uyarlamaları, sayısız nedenden ötürü çok seviyorum. En çok da herhalde Hamlet, Kral Lear ve Macbeth'tir uyarlanan.
Justin Kurzel'in yönettiği, Fassbender ve Marion Cotillard'ın oynadığı, sinemalarda gösterilen Macbeth kişiliklere çok yeni bir boyut getirmiyor. Dikkatle bakılırsa aslına hayli sadık bir uyarlama bu. Gelecek yıl Shakespeare'in 500. ölüm yıldönümü. Gece gündüz onun oyunlarıyla yatıp kalkarken daha ne uyarlamalarla karşılaşacağız. Bunlar oyunu çekirdekte tutan yeni sinema ve tiyatro 'plastiği' bakımından ilginç yorumlar.
Bu film de, sinematografi bakımından çok başarılı. İlk sahnesinden son sahnesine kadar belki fazla ifadeci, kendisini fazla dışa vuran bir sinema ama gerçekten etkileyici. Bazen hayli Baroklaşsa bile iç mekan kullanımında da dış mekanda da hayli minimalist bir tutum içinde. Ama ışık ve renk kullanımıyla filmi hayli farklı bir noktaya taşımış. Dış mekanların peyzajı etkileyici. Ama savaş sahneleri bir yenilik. Ama gene de ben Lady Macbeth'i zihnimde hep daha da 'radikal' bir tip olarak tasarlamışımdır.
Yavaş derseniz, evet, yavaş. Hatta sıkıcı da denebilir. Bir Hollywood sineması değil ama ne yapalım, lokma da çiğnenmeden yutulmuyor.
Kendinizi bir soğuktur diye sakınmaz ve denize bırakırsanız nasıl zevk alırsanız bu filmi de öyle izlemek gerek, filmin denizinde yüzerek. Shakespeare edebiyatının sözel görkemini bile unutup bütünüyle farklı bir sinemanın lezzeti diyelim.
Sanat da başka nedir ki?...


Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA