Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

İkonaları hâlâ kıralım mı...

Epey eski bir sorudur bizim için, evrensel isimlerimizin olup olmadığı... O tartışmaya girmeyeceğim. Ama elbette var evrensel isimlerimiz. Ama biz bu isimleri yeterince tanımıyoruz. Bir Nasrettin Hoca'yı sevdik, bir de galiba Zeki Müren'i. Başka da kimseyi bilmiyorum, o ölçüde benimsediğimiz

Geçenlerde genç bir arkadaşım geldi. Bir üniversitede doktora öğrencisi.
Bana tez konusuyla ilgili sorular sordu. Onlardan biri, 'evrensellik' üstüneydi. 'Evrensel' kavramından ne anlıyordum? O meseleyi çok sevdiğimden epey bir şeyler anlattım. Evrenselin Batı uygarlığıyla adeta özdeşleştiğini söyledim. Özellikle Batı'nın klasik ve kanon anlayışının bu bağlamı kuşattığını belirttim.
Ama evrensel bugün eskisi kadar geçerli değil. Düşünün ki, en evrensel ödül saydığımız Nobel'de bile iş edebiyata gelince tartışma çıkıyor.
Batı'nın kendisine yönelik eleştirileri bu gelişmede rol oynadı. Öteki kültürlerin getirdiği itiraz, Batı'nın 'tarihi' ve 'sanat tarihini' kendi açısından anlatması bu itirazların belkemiğiydi.
Sadece Batı'nın mı sanatı vardı yeryüzünde? Oysa, biliyoruz ki, Batı sanatı, sıkıştığı her an, diğer kültürlerin verimlerine bakmıştı. Kübizmin arkasındaki Afrika ve İber sanatını unutmalı mıydık? Veya 19. yüzyılda Fransız resminin bal gibi İspanyol resminden etkilendiğini? Japon görselliğinin gene Batı resmini ve bütün görselliğini boydan boya etkilediğini?...
Asıl, o genç ve nazik arkadaşım odamdan gittikten sonra düşünmeye başladım.

EVRENSEL İSİMLERİMİZ...
Epey eski bir sorudur bizim için, evrensel isimlerimizin olup olmadığı...
O tartışmaya girmeyeceğim. Ama elbette var evrensel isimlerimiz. Bu su götürmez bir gerçektir. İster geleneksel kültürümüzde isterse çağdaş kültürümüzde o isimleri bulmak mümkün.
Haydi eskileri biraz daha tarihe bırakalım diyeceğim ama Osmanlı kültürü içinde, Sinan'ı mimarlık, Dede Efendi'yi, Itri'yi Zaharya'yı, İlya'yı müzikte dünya yok mu sayacak?
Evrenselliğin sırrı tanınmaksa, şu saydığım adları tanıtmamış olmak bizim kusurumuz, hatamız, suçumuz. Çağdaş sanata gelince elbette, Sarkis, elbette Kutluğ Ataman, elbette Hüseyin Chalayan... Ve elbette Nobel gibi bir çetin cevizi kıran, büyük romancımız Orhan Pamuk... (Buna rağmen Nobel'i aldı diye ona reva gördüğümüz muamele, Demirtaş Ceyhun ve birilerinin imzaladıkları açıklama, kültür, siyasal ve toplumsal tarihimizin yüz karası olarak hatırlanacaktır.) Bunlar evrensel değerlerimiz. Ama biraz daha düşününce, aklıma başka bir şey geldi. Biz, ne bu isimleri yeterince tanıyoruz, ne de bunların önemi ve değeri üstünde uzlaşıyoruz.
Haydi onların daha yüksek bir kültüre ait olmaktan gelen güçlükleri var.
Popüler kültürün getirdiği büyük isimleri de yok saymak yarışındayız. Ha bir, antik Bizans'tan kalma put kırıcılık geleneğini, ikonaklazmı sürdürüyoruz büyük bir cehtle. Herkesi nasıl kırıp dökerim diye bakıyoruz.
Amerika bu konuda çok önemli bir kültürdür. Neredeyse tepeden tırnağa ortak toplumsal değerler üstünde yükselir Amerika. Mesela, 'the great American novel' (Büyük Amerikan romanı) diye bir kavramla uğraşır. Kendi büyük romanlarını, tüm Amerika'yı, Amerikan bilicini, kimliğini, kişiliğini yansıtan 'o' romanı ararlar. Tek bir isim yoktur ortada. Ama bir dizi herkesin benimsediği roman vardır.
Bu konuyu, daha önce de ele almıştım.
Çok önemsiyorum. Bir isim üstünde kesinlikli bir uzlaşmaya gerek yok.
Ama iyi kötü meseleyi yansıtan bir liste çıkarabilmeliyiz. (Sinema için de, hatta resim için de benzeri bir listemizin olması gerek.

KİM BİZİM İKONLARIMIZ?...
Gene Amerika'ya döneyim. Sadece romanda değil. Diğer alanlarda da, genel olarak kültürün ortak isimleri üstünde de uzlaşırlar. Elvis Presley'den, Duke Elling'tondan, Louis Armstrong'dan, Ella Fitzgerald'dan Mark Rothko'ya (ressam), Frank Lloyd Right'a (mimar), John Cage'e (besteci) kadar bir sürü isim, yapıtları o kadar zor olsa da, birer kültürel ikondur. De Gaulle, "Sarte Fransa'dır" demedi mi? O Sartre ki, de Gaulle'den nefret ediyordu, eline geçse bir kaşık suda boğacaktı.
Evet, Kim bizim ikonlarımız?
Toplumsal zıtlaşmaların ortasında Nazım Hikmet'le Necip Fazıl'ı, Mehmet Akif'le Tevfik Fikret'i barıştıramadık.
Barıştırmak bir yana, marifetmiş gibi hep bu çifte isimleri öne sürerek uzlaşmazlıklarımızı, öne çıkardık. Nasrettin Hoca'yı sevdik, bir de galiba Zeki Müren'i.
Başka da kimseyi bilmiyorum, o ölçüde benimsediğimiz...
Oysa popüler kültür biraz da o ters kutupların aşılması ve ortak paydaların bulunması içindir. Türkan Şoray, Orhan Gencebay, Yılmaz Güney, Yaşar Kemal, şimdi Cem Yılmaz, Yılmaz Erdoğan, Sezen Aksu, Barış Manço, Neşet Ertaş, Müslüm Gürses, Zülfü Livaneli ikonlarımız olmamalı mı?
Kendimize yakın buluruz-bulmayız, dediğim gibi, o ayrı mesele ama başka bir şeyden söz ediyorum. Bir toplum onlarla ağlıyor, gülüyor, içini onlarla döküyorsa söylenecek söz kalmamıştır.
Bu isimlerin üstüne titremeliyiz. Fransa'da İngiltere'de, bugün de, bir tiyatrocu, bu mertebedeyse, yeni bir şey yaptığında ana haber programlarında yer alır.
Toplum günlerce onu konuşur.
Bir değeri benimsemenin zahmetini, külfetini sırtlamayı öğrensek, asıl o zaman uygar bir ülke olacağız. İkonoklasti, daha o zaman bile ilkel bir tutumdu.
Ona bir son vermenin zamanı geldi de geçiyor bile...

YAZARIN BUGÜNKÜ DİĞER YAZILARI
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA